
Yazının şarkısı: Inara George'dan Fools in Love
Bu hikayeyi daha önce deviantart'ımda yayınlamıştım, daha önceden yayınlanmış bir hikayeye çok benzediği yorumu gelmişti. Sonra biraz araştırdım, cidden o kadar benzer şeyler yazmışım ki ve cidden o kitabı okumadım sonuçta bu kadar fazla şey yazdım kimsenin yazdıklarını çalacak biri de değilim zaten o yüzden buraya koymakta sakınca görmedim.
Fazlaca ilginç değil mi? Bir başkasıyla bu kadar benzer düşünebilmiş olmak çok ürpertici geldi bana.
***
“Sahibinden az kullanılmış
Bazen şeytana satılmaya
çalışılmış
Biraz saf, biraz taze
Yaramaz; iyi durumda
Ruhumu satıyorum!”
Bir trapezci gibi
kaldırım taşlarının çizgilerinde yürürken böyle bağırıyordu. Gelen geçen ona
bakıyordu; ama o hiç aldırmıyor gibiydi. Bağıra bağıra devam ediyordu:
“Kim demiş bedenime sahip
olabilirsin; ama ruhuma asla diye! Ruhumu satıyorum!”
İşte onunla tanışmamız
böyle olmuştu, komik değil miydi? Ben mi çok tekdüzeydim? Yok yok bu da normal
olamazdı herhalde. O gün evden hiç çıkmayabilirdim, zaten deli gibi yağmur
yağıyordu ya da birkaç saat sonra çıkabilirdim... Kader işte...
-
Bayan?
-
Buyrun bayım?
-
Siz... Ruhumu
mu satıyorum demiştiniz?
-
Evet,
bayandan satılık!
-
Nasıl yani?
Deli değildi, yani
şizofren falan. Psikiyatristtim ben, az - çok tanırdım dışarıdan hasta olsa.
Belki dikkat çekmeye çalışıyordu, belki de sadece sıkılmıştı.
-
Dürüstüm!
İnsanlar beyinleri emilmiş zombiler gibi geziyorlar, en azından ben bilinçli
olarak ruhumu satıyorum.
-
Beyinleri
emilmiş zombiler mi? Kaç yaşındasınız siz bayan?
-
Güldürdünüz
beni gerçekten, sokağın orasında bağrışlarımdan değil de şu sözümden mi
çocukluk çıkarıyorsunuz?
-
Ne yapmam
gerektiğini şaşırdım...

***
O sokağın ortasında
“Ruhumu satıyorum!” diye bağırırken geldi yanıma. Herkes “Deli midir ne?” deyip
geçerken o farketti. Çocukluğuna kulak vermesi gerektiğini. Evet, ben daha
cesurdum, önce ben tutmuştum bir şeyleri kolundan. Yine de sadece o gelmişti,
bu bir işaret miydi? Ya da sapığın tekiydi, çok cesur bir görüntüm olabilir;
belki çok çılgın. Yine de bir sapığı peşime takacak kadar değil! İşte o anda
kartvizitini verdi.
-
Buyrun, bana
ulaşmak istersiniz belki!
-
Psikiyatrist
mi? Nasıl yani, sizce tedaviye ihtiyacı olan bir hastayım yani...
-
Hayır,
sanmıyorum... Öyle olsaydı anlardım en azından. Muayenehanemde her zaman kahve
bulundururum, onun için çağırdım sizi de...
Herkesin terapiye
ihtiyacı vardır. Acaba o bunu ne düşünerek yaptı, doktorum mu olmak istiyordu
ya da kimsenin uğramadığı muayenehanesinin kirasını çıkarabilmekti tek aklında
olan... Şu da bir gerçek ki sapık olma ihtimali oldukça fazlaydı. Eve gelince,
evet ben bir evsiz ya da dilenci falan değilim aslında, internetten ismini
aradım onun. Ünlüydü! Resmen sempozyumlara katılan konferanslar veren bir
psikiyatrdı... Yine de sapık olabilirdi gerçi, en azından muayenehane ıssız bir
yer değildir diye düşünmeye başladım.
***
Ona resmen “deli doktoru”
kartı vermiştim. Büyük ihtimalle sapık olduğumu düşünecek; ismimi internette
arayacak ve web sayfama, çalışmalarıma, panellerime rastlayacak, şaşıracak. O
gün arabam bozulmamış olsa o sokaktan geçmezdim bile ben; ama geçtim... Acaba o
gelecek mi? Gözümdeki o deli dolu cesur kız, buna cesaret edebilecek mi?

Ama kaderdi bu, biraz da
onun eline bırakmam gerekiyordu sanırım...
Bir hafta sonra sabah,
geldi. Asistanım bir bayanın beni görmek istediğini söylediğinde, sabah kahvemi
yudumluyordum. Bir an aklıma gelmedi, o olduğunu düşünmedim; belki de umudumu
yitirmiştim...
***
Gelmeyeceğimi
düşünüyordu!
Eminim öyleydi, yüzündeki
şaşkınlıktan anladım!
Gelmiştim, bilmiyorum
neden? Belki internette onun hakkında okuduklarım içimi rahatlatmıştı. Peki
niye bir hafta sonraydı değil mi? Bunu düşünüyor olmalıydı o da...
Yurtdışındaydım, gelememiştim. Aslında iyi de olmuştu, kafa dinlemiştim.
Çocukluğuma dönmek için
ne terapi almam, ne de sokaklarda deli gibi bağırmam gerekiyormuş. O’nu bulmam
yeterliymiş meğer, aşık olmam yeterliymiş....
***
Ünlü bir mimarmış meğer,
en azından deli değilmiş... Hayat bir döngü gibi, bazen diyorsun ya geçip
gidersem diye. Ya bulamazsam... O zaman da o seni buluyor işte, tutup çekiyor
kolundan, döngü sana dönüyor bu sefer. Kontrol edebileceğimi sanıp çok
uğraşmıştım zamanında bulmaya, hala hayatımı kontrol ediyorum; ama ona da nefes
almak için boşluk bırakıyorum, onlara da...
Bugün sabah kahvesi içmek
daha güzeldi, ertesi gün de öyle oldu, ertesi gün de, ve sonraki gün, sonraki
ve sonraki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder