“Hayat benim oyun alanım.”
Bazen düşüncelerimizi,
hislerimizi, her şeyimizi bırakıp sadece oyun oynuyoruz. Bizi eğlendiren her
şeyin bizi en çok mutlu eden olduğuna inanıyoruz. Tüm duygularımızı,
kırgınlıklarımızı bırakıyoruz, sadece oynuyoruz. Çünkü oynarken kimse bize
zarar veremez, dünyanın en güçlü, en umursamaz, en zeki ve en acımasız
insanlarıyız. Kimseye bağlanmıyoruz,
kimseye güvenmiyoruz, kimseyle paylaşmıyoruz, kırılmıyoruz, beton gibi
duruyoruz sadece eğleniyoruz... Ne kadar yüzeysel, o kadar rahat, o kadar
mutlu. Kimse için endişe etmiyoruz, merhamet etmiyoruz; sadece hak ettiklerini
yaşadıklarına inanıyoruz.
Hep kalbimizin attığı,
bıçak sırtında yaşıyoruz. Hep keyifli, hep kahkahalar atan, tutkulu...
Bazen, saniyenin onda
biri belki, o kadar anlamsız ve kısa; yirmi beşinci kare kadar hızlı bir an
yorulabileceğimizi düşünüyoruz. Ait olduğumuz biri, bir yer, bir şeyler olması
gerektiği düşüyor aklımıza. Bir şeylerin tükenmeye, bitmeye başladığı ortaya
çıkıyor. Her şeyin bu kadar hızlı değişmesi, hayatımızdaki insanların,
olayların bu kadar dinamik olması gözümüze batmaya, canımızı yakmaya başlıyor.
Her seferinde kendimizi farklı insanlar olarak tanıtmaktan yorulmaya
başlıyoruz, sanki bazı şeylerin aynı olmasına ihtiyaç duyuyoruz. Değişmemesine,
sabit kalmasına, orada durmasına ve yorulduğumuzda dinlenebileceğimiz bir evi
olmasına. Oysa eskiden her seferinde
farklı hayatlara girmek, farklı karakterlere bürünmek, farklı ortamlar
deneyimlemek güzeldi. Küçük şeyler artık o kadar da heyecanlandırmamaya, tutku
vermemeye başlıyor. Yormaya başlıyor, ağır gelmeye başlıyor. Bacaklarımızda
inanılmaz bir yorgunluk hissediyoruz, sanki senelerdir koşuyor da hiçbir yere
ulaşamıyor, hiçbir şeye sahip olamıyor gibi.
Derinlemesine bir şeyler
hissetmeye, derinlemesine şeyler yaşamaya ihtiyaç duyuyoruz. Durmaya, çaba
harcamamaya, konuşmamaya ihtiyaç duyuyoruz. Ve bir şeyleri değiştirmek için
çaba harcıyoruz bu sefer de, bir şeyleri sabitleştirmek için. Hep diyoruz ki
bir noktadan sonra dinlenmeye vaktimiz olacak, bir süre sonra her şey
tanıdığımız, bildiğimiz insanlarla kolay olacak ve sadece küçük mimiklerle döndürebileceğiz
dünyamızı.

Ve hayat bir gün kazmaktan
yorulduğumuz an yeniden başa dönüyor her şey, yazının başına, hikayenin başına.
Sadece kendi hikayemiz olmasını istiyorduk oysa herkesten farklı, kendimize
özel. Ne yazık ki hayat sınav kağıtlarını yarım yamalak okuyan öğretmenler
gibi, hepimize hikaye yazmakla uğraşmıyor. Hep aynı senaryolar.
Hayat yatay ve dikey
yolculuklarla geçiyor. Oyunlarla ve dünyanın merkezine yolculukla. İki ucun
arasında, iki kapının, iki sonun, iki başlangıcın. Bu kadar basit. Bir süre
sonra dinlenmeye ihtiyaç duyuyoruz, sonra yeniden oynamaya... Ne bize özel bir hikayemiz olacak, ne de mutlu
sonumuz. Mutlu olmayı kendimiz keşfetmek ve öğrenmek zorundayız, neyse ki
yalnız değiliz; merak etmeyin hepimiz bunun içindeyiz.
Hamiş: Bu harika fotoğraflardan ilki Shivavana'dan, ikincisi statigr.am 'ın weheartit sayfasından...
hımm çok güzel olmuş tebrikler
YanıtlaSil