Yazdım, yazdım, parmaklarım düşüncelerimin hızına yenik düşüp de saatlerce piyano çalıp parmakları kireçlenen bir piyanist gibi… bir süre sonra ne zaman düşündüğümü, ne zaman yazdığımı, takip edememeye başladım.
Müsvedde kağıdı gibiyim, bedenimdeki binlerce çürük, çizik, yara, bere bundan. Her seferinde yeni şeyler hissetmeye çalışırken yeni yaralar alıyorum. Hiçbiri de bir şey ifade edemiyor, esas yazılacak olanlara geçiremiyorum. Müsvedde kağıdı gibiyim, bir süre sonra kendi ruhumu buruşturup atıyorum. Ne taşırsam taşıyayım içimde ne kadar yorulmuş olursam olayım sonuçta buruş buruş masanın altında çöp sepetine atılmış gibiyim.
Yine de aşırı yorgun… Beynimi kemiren, omuriliğime inanılmaz bir acı veren ve beni uyutmayan aşırı bir yorgunluk. Müsvedde kağıdının yorgunluğu, içinde dağılmış, oraya buraya savrulmuş tüm düşünceleri taşıyan ama bir saat sonra yüzüne bakılmayan bir karalama kağıdı. Yazılan her şeyin üstü, altı çizilmiş, yuvarlaklar içine alınmış; yorulmuş… yorulmuş…
Omuriliğindeki o acıyla uyuyamamak gibi her şey, aşırı yorgunluktan uyuyamamak ve uyuyamadıkça daha da fazla karalanmak gibi. Daha da fazla doldurmak bedeninin her köşesini yaralarla, zevk aldığını sanmak, bir şeyler verebileceğini, birini mutlu edebileceğini sanmak gibi. Uyuyamamak saatlerce, günlerce, gecelerce uyuyamamak… Sabaha karşı kulakları sağır eden kuş sürülerinin sesini dinlemek sadece, beynimi delip geçmelerine izin vermek... Bir kurşun gibi, kafamın bir tarafından gidip diğer tarafından çıkan… Gelen polis ekiplerinin bulmakta zorlanmayacakları mermi ve saçmaya gözü dalmış bir şekilde ölüm gitmek gibi…
Uykusuzluk kıyamet alametidir, tüm kötü şeylerin, bedenin kendini yok etmeye çalışmasının başlangıcıdır. Öyle ki önce uykusuzluktan sonra git gide karmaşıklaşan düşüncelerinizden beslenmeye başlar. Geceleri uzaktır, yalnızdır. Yalnızlaştıkça uzaklaştıkça şizofrenikleşir beyin. Kendi içinde binlerce müsvedde kağıdını çöp sepetine atar, kendini yok etmeyi başlatır.
Top seslerini duyup da kulaklarını kapatmak gibi uykusuzluk, gözlerinin acımaya başlaması ama beyninin lambaları kapatıp açarak göz bebeklerine işkence yapması gibidir uyuyamamak. Rüya görerek devam edebileceği halde tüm bilinçaltının diri diri ortaya çıkması gibi, narkozsuz ameliyat gibi. İçinizdeki tüm pisliklerin uyuşturulmadan dışarı çıkması gibi, ellerinize siyah bir zift gibi tüm yenilmişliklerinizin bulaşması gibi… Öylesine ağır, öylesine yapış yapış ki suyla yıkayınca daha da yapışkan olacağını bildiğiniz halde elinizi kaynar suya sokarak daha da fazla acı çekmek gibi…
Uykusuzluk kıyamet alametidir ve ben günlerdir uyuyamıyorum… Bir kağıda bir şeyler karalayıp kendime ya da başkalarına küfürler savurup yırtıp atıyorum. Kendi kıyametimi yaratıyorum, dünyamdaki her şeyimi cehennemime taşımak için son bir hamle bekliyorum.
Kendi sonumu hazırlıyorum, günlerdir uyumuyorum. Sadece düşünüyorum, yaptığım hataları bedenime kazıyıp altlarını çiziyorum. Müsvedde kağıdı gibiyim. Birinin beni buruşturup atmasını bekliyorum, her yerim sızlıyor. Beynime giden yolların çoğunun tahrip olduğunu düşünüyorum, yanık devre gibi kokuyorum.
Tüm kas faaliyetlerim devreden çıkmış gibi, biri kolumu havaya kaldırıp bırakıyor ve kolum sertçe yerine düşüyor gibi, yavaşlatamıyorum. Sesim çıkmıyor. İç savaş çıktı, ülkede değil; bende. Kendi iç savaşımda halkımı birbirine kırdırıyorum, içimde bir şeyler hareket ediyor. Ateşim yükseliyor, ateşim yükseliyor. Şehrin meydanına tanklar iniyor, içimde yürüyen yüzlerce tankın paletleri içimi eziyor. Kaburgalarımdaki baskıyı anlatmakta zorlanıyorum. Şehir meydanında halk ve askerler birbirlerine giriyor ve bir an sadece bir anda bir el silah sesi duyuluyor. O an herkes kaçışmaya ve birbirini ezmeye başlıyor, içimde bir şeyler çığlık çığlığa… Binlerce insan kaçışıyor, canlarını kurtarmaya çalışıyorlar… Yarısı ezilerek ölüyor…
İç savaşım sürüyor, konuşmakta zorlanıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder