Halil Cibran'ı sevdiğimi bilirsiniz. Bu enfes bölüm onun Fırtınalar adlı kitabının "Aşk Hayatı" adlı bölümü...
İlkbahar
Gel ey sevgilim! Seninle harabelerin arasından geçelim. Karlar erimiştir. Hayat; yattığı yerden doğrulmuş, vadilere, bayırlara yönelmiştir. Uzak bir tarlada, baharın izlerine uyalım için, yürü benimle! Tepelerin doruklarına çıkalım ve etrafındaki ovaların yeşilliğinin dalgalanışına dalalım için: gel!
İşte kışın gecesinin topladığı örtüyü baharın fecri yaymış! Şeftali, elma ağaçları onu giyinmişler de kadir gecesindeki gelinler gibi çıkmışlar ortaya. Bağlar uyanmışlar, asmaları bir sevgililer topluluğuymuşçasına kucaklaşmışlar birbirleriyle. Irmaklar, kayaların arasından mutluluğun şarkısını yankılayarak, dans ederek akmışlar. Çiçekler, tabiatın kalbinden tıpkı köpüğün denizden kabardığı gibi kabarmışlar.
Nergis kâselerden, yağmurun gözyaşlarından kalanları içelim ve benliğimizi mutlu serçelerin şarkılarıyla doldurup tatlı esintilerin kokusunu içimize çekme fırsatını yakalayalım için: gel! Menekşenin gizlendiği şu kayanın yakınına oturalım ve sevgi öpücüklerini değiş tokuş edelim için!...
Yaz
Haydi sevgilim, tarlaya! Hasat günleri gelmiş ve ekinler olmuştur. Güneşin tabiata olan sevgisinin ısısı, onları olgunlaştırmıştır. Kuşlar bizi geçip gitmeden, yorgunluğumuzun kazancına konmadan ve karıncalar topluluğu yerimizi almadan önce gel! Benliğimizin, sevgilimizin kalbimizin derinliklerine ektiği vefa tohumlarından saadet daneleri derdiği gibi toprağın ürünlerini derelim, gel! Hayatın duygu mahzenlerimizi doldurduğu gibi, biz de mahzenleri dolduralım.
Bel ey yol arkadaşım, taze çimleri çiğneyelim, göğü örtünelim ve başımızı yumuşak hurma demetine koyalım, gündüz işlerinden soyutlanıp, vadinin karanlığının yarenliğine, kulak verelim.
Sonbahar
Seninle bağa gidelim ey sevgilim. Üzümün suyunu sıkalım, ruhun nesillerinin hikmetini derlediğim gibi toplayalım onu damlarda. Kuru yemişler toplayalım, çiçekleri imbikten geçirelim, öze karşılık remzi verelim.
Evlere dönelim! Ağaçların yaprakları sararmıştır, rüzgâr onları, yaz kendilerine veda ettiği zaman ince derde tutulmuş çiçekleri kefenlemek istercesine savurmuştur. Gel, kuşlar sahile doğru göçmüş, bahçelerin cana yakınlığını da beraberinde götürmüşler, yaseminlere yalnızlık kalmış, son gözyaşları da düşmüştür toprağın üzerine.
Dönelim! Irmaklar yolculuklarını durdurmuş, pınarların mutluluk yaşları kurumuş, tarhlar göz alıcı giysilerini çıkarmışlar. Gel ey sevgilim! Uyku, tabiatı elden çıkarmış, o da içe işleyen nihavend bir şarkıyle uyanıklığa veda ederek akşamlamıştır.
Kış
Yaklaş ey hayatımın ortağı, yaklaş bana; karların soluğunun bedenlerimizi ayıran karların soluklarına izin verme! Bu ocağın önünde gel otur yanıma, ateş; kışın leziz meyvesidir.
İnsanların durumlarından bahset bana kulaklarım rüzgârın inleyişlerinden unsurların yer tutuşundan ötürü yoruldu. Kapıları, pencereli kapat. Gazaplı havanın yüzünün görüntüsü hüzünlendiriyor beni, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi karların altında oturan şehre bakmak kalbimi kanatıyor… Kandile yap ekle ey ömrümün yoldaşı, - neredeyse sönecek – ve onu yakınına koy ki gecenin senin yüzüne yazdıklarını görebileyim ve içip üzüm sıkılan günleri hatırlayalım için şarap testisini de getir.
Yaklaş, yaklaş bana ey gönlümün sevdiği, ateş sakinleşti kül de neredeyse onu örtmek üzere… Katıl bana, kandil de söndü, karanlık galebe çaldı… İşte yıllanmış şarap gözlerimizi ağırlaştırdı… Uykunun sürmediği gözünle bana bak!... Uyku beni kucaklamadan önce, beni sen kucakla… Beni öp, kar senin öpücüğünün dışında her şeye hâkim olmuş… Ah! Sevgilim, uykunun denizi ne kadar derin… Sabah bu âlemde ah! Ne kadar da uzak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder