24 Şubat 2011 Perşembe

Zaaflar Yorar


Karakter tahlillerinden devam ediyorum...

Yazının şarkısı için Thistle & Weeds - Mumford & Sons

Yazmaya başlayacağım zamanı hissederim, içimden bir şeyler kopmaya hazırlanır ve dinlediğim şarkıyı değiştirmeye gücüm olmaz. Aynı şarkıyı artık sözlerini de müziğini de algılamamaya başlayana kadar dinlerim, beynimi uyuşturmasını beklerim. Aklımdan o kadar fazla şey geçer ki, arka arkaya dizilir satırlar… Hiçbir zaman kağıda dökemeyeceğim kadar, çünkü hiçbir zaman parmaklarım o kadar hızlı olamadı, beynim şu ana kadar emsali bulunmamış bir hızda kısa bir roman yazmaya başlar ve ben hissetmekten yazmaya geçme aşamasında onların yarısından fazlasını kaybederim. Bir annenin ikizlerinden birini düşürmesi gibi, diğerini yaşatmak için güçlü olmaya çalışması gibi… Diğer çocuğuna üzüntüsünün en azını hissettirmek için kendine verdiği direktifler gibi…

Gidenler aslında rahatsızlık verici olacağı için giderler, kim billr? Ağır bir şizofreni oldukları için, kafa derimizi sürekli tırnaklayan bir şey… Aynı yeri, sürekli eşeleyen bir şey, bir süre sonra kanama başlayacak, biliyorum. Yine de biz izin vermeden geçemeyecekler kafatasımızın içine…

Kafatasımızın içine ufacık bir parçamızı çıkararak girdiğinde bu kadar savunmasız kalmanın bacaklarımızı bir ms hastası gibi çözmesini izleyecekler. Birden vücudumuz kendini bırakıp yere çakılmamıza neden olacak. Bilincimiz kapanacak ve kendi düşüncelerimiz, derimize geçmişimizden tırnaklarını geçiren o şey bizi yok edecek.

O yüzden giderler… Bazı fikirler, bazı satırlar, bazı insanlar bu yüzden giderler. Savunmasız kalmaya bu kadar açık olduklarımız zamanla bu yüzden yok olurlar.

Öyle çok düşünce uçar gider beynimizden, zaaflarımız yok olmaz hiçbir zaman. Bir insan, bir yer, bi şarkı… Bir kere içimizde göçüğünü açıp da yerleşti mi sonsuza kadar orada kalır. Bir zaafla yaşamayı öğrenmek o kadar da kolay değildir, çoğu zaman. Bıçağın derimizden içeri gidip kanırtarak derinlere inmesi gibidir zaman zaman… Soğuk bıçağın sıcak kanla ıslanması garip bir his verir.

O yara iziyle başa çıkmak için fazlasıyla güçlü olmak gerekir. Zaaflar o kadar çok içselleşmiştir ki bizimle, onları yok etmek bir uzvumuzu koparıp atmak gibidir. Zordur…

Zaaflar yorar, zayıf noktalar yorar.

Ve kimi zaman yeniden, yeniden ortaya çıkar.


Zaten kimse bize gülümsemelerimizin, mutluluklarımızın pürüzsüz olacağını söylememişti. Sanki lanetlendik, zaaflar edinirken… Bir daha kusursuz bir mutluluk yaşayamamak üzere; ama dünyanın en güçlü insanlarından biri olmak için… Bu yeti mi, lanet mi bilemiyorum.

Zaaflar yorar, onu biliyorum.

6 Şubat 2011 Pazar

Uykusuzluk Kıyamet Alameti Gibidir

Bir roman ya da bir hikaye için, karakterler ağzından kısa yazılar yazarak başlarım işe... Bu da onlardan biri...
Yazdım, yazdım, parmaklarım düşüncelerimin hızına yenik düşüp de saatlerce piyano çalıp parmakları kireçlenen bir piyanist gibi… bir süre sonra ne zaman düşündüğümü, ne zaman yazdığımı, takip edememeye başladım.
Müsvedde kağıdı gibiyim, bedenimdeki binlerce çürük, çizik, yara, bere bundan. Her seferinde yeni şeyler hissetmeye çalışırken yeni yaralar alıyorum. Hiçbiri de bir şey ifade edemiyor, esas yazılacak olanlara geçiremiyorum. Müsvedde kağıdı gibiyim, bir süre sonra kendi ruhumu buruşturup atıyorum. Ne taşırsam taşıyayım içimde ne kadar yorulmuş olursam olayım sonuçta buruş buruş masanın altında çöp sepetine atılmış gibiyim.
Yine de aşırı yorgun… Beynimi kemiren, omuriliğime inanılmaz bir acı veren ve beni uyutmayan aşırı bir yorgunluk. Müsvedde kağıdının yorgunluğu, içinde dağılmış, oraya buraya savrulmuş tüm düşünceleri taşıyan ama bir saat sonra yüzüne bakılmayan bir karalama kağıdı. Yazılan her şeyin üstü, altı çizilmiş, yuvarlaklar içine alınmış; yorulmuş… yorulmuş…
Omuriliğindeki o acıyla uyuyamamak gibi her şey, aşırı yorgunluktan uyuyamamak ve uyuyamadıkça daha da fazla karalanmak gibi. Daha da fazla doldurmak bedeninin her köşesini yaralarla, zevk aldığını sanmak, bir şeyler verebileceğini, birini mutlu edebileceğini sanmak gibi. Uyuyamamak saatlerce, günlerce, gecelerce uyuyamamak… Sabaha karşı kulakları sağır eden kuş sürülerinin sesini dinlemek sadece, beynimi delip geçmelerine izin vermek... Bir kurşun gibi, kafamın bir tarafından gidip diğer tarafından çıkan… Gelen polis ekiplerinin bulmakta zorlanmayacakları mermi ve saçmaya gözü dalmış bir şekilde ölüm gitmek gibi…
Uykusuzluk kıyamet alametidir, tüm kötü şeylerin, bedenin kendini yok etmeye çalışmasının başlangıcıdır. Öyle ki önce uykusuzluktan sonra git gide karmaşıklaşan düşüncelerinizden beslenmeye başlar. Geceleri uzaktır, yalnızdır. Yalnızlaştıkça uzaklaştıkça şizofrenikleşir beyin. Kendi içinde binlerce müsvedde kağıdını çöp sepetine atar, kendini yok etmeyi başlatır.


Top seslerini duyup da kulaklarını kapatmak gibi uykusuzluk, gözlerinin acımaya başlaması ama beyninin lambaları kapatıp açarak göz bebeklerine işkence yapması gibidir uyuyamamak. Rüya görerek devam edebileceği halde tüm bilinçaltının diri diri ortaya çıkması gibi, narkozsuz ameliyat gibi. İçinizdeki tüm pisliklerin uyuşturulmadan dışarı çıkması gibi, ellerinize siyah bir zift gibi tüm yenilmişliklerinizin bulaşması gibi… Öylesine ağır, öylesine yapış yapış ki suyla yıkayınca daha da yapışkan olacağını bildiğiniz halde elinizi kaynar suya sokarak daha da fazla acı çekmek gibi…

Uykusuzluk kıyamet alametidir ve ben günlerdir uyuyamıyorum… Bir kağıda bir şeyler karalayıp kendime ya da başkalarına küfürler savurup yırtıp atıyorum. Kendi kıyametimi yaratıyorum, dünyamdaki her şeyimi cehennemime taşımak için son bir hamle bekliyorum.
Kendi sonumu hazırlıyorum, günlerdir uyumuyorum. Sadece düşünüyorum, yaptığım hataları bedenime kazıyıp altlarını çiziyorum. Müsvedde kağıdı gibiyim. Birinin beni buruşturup atmasını bekliyorum, her yerim sızlıyor. Beynime giden yolların çoğunun tahrip olduğunu düşünüyorum, yanık devre gibi kokuyorum.
Tüm kas faaliyetlerim devreden çıkmış gibi, biri kolumu havaya kaldırıp bırakıyor ve kolum sertçe yerine düşüyor gibi, yavaşlatamıyorum. Sesim çıkmıyor. İç savaş çıktı, ülkede değil; bende. Kendi iç savaşımda halkımı birbirine kırdırıyorum, içimde bir şeyler hareket ediyor. Ateşim yükseliyor, ateşim yükseliyor. Şehrin meydanına tanklar iniyor, içimde yürüyen yüzlerce tankın paletleri içimi eziyor. Kaburgalarımdaki baskıyı anlatmakta zorlanıyorum. Şehir meydanında halk ve askerler birbirlerine giriyor ve bir an sadece bir anda bir el silah sesi duyuluyor. O an herkes kaçışmaya ve birbirini ezmeye başlıyor, içimde bir şeyler çığlık çığlığa… Binlerce insan kaçışıyor, canlarını kurtarmaya çalışıyorlar… Yarısı ezilerek ölüyor…
İç savaşım sürüyor, konuşmakta zorlanıyorum…


Hamiş: Bu harika fotoğraflardan biri little miss sponge 'dan, diğeri ise sineyes'den

5 Şubat 2011 Cumartesi

Çıkmaz Sokak

Çıkmaz Sokak romanım yeniden blogda ;) Sağ tarafta "bölümler" diye bir bölüm var ordan tıklayın yeter.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails