3 Aralık 2011 Cumartesi
Deneme | Günahlarla Yaşamak
2 Aralık 2011 Cuma
Deneme | Dilekler Üzerine
7 Ekim 2011 Cuma
Deneme | Sepetin Dibi
29 Ağustos 2011 Pazartesi
Panik
7 Ağustos 2011 Pazar
Oradan Buradan...
Ya da yeni baştan yaşasam...
Hata ya da değil
Yine yeniden yapsam...
Doğru ya da değil, neden bugün bilmiyorum, hiçbir şeyin başlangıcı da değil, yazmaya değer mi hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim nefes almadan yazmak istediğim ya da sayfalarca yazabilecek kadar anımın olması. Defterler dolduracak kadar gülümsemiş, iz bırakmış olmak.. Ama biliyorum ki, yazdıkça ağırlaşır sayfalar; büyür ve genişlerler. İşte o zaman kimin okuduğu da değerlenir, saklanamaz ki çünkü. Nereye sığdırılır, nasıl saklanır, nasıl yok edilir? Yazdıkça değerlenir bazı şeyler, işte o yüzden korkanlar hiçbir zaman yazamazlar. Cesareti olanlar da taşımaya korktuklarını hiç dökmezler kağıda. Herkes bilir bunu, yazdıkça tek bir seçenek kalır; her şeyi hatırlamak ve taşımak.
6 Ağustos 2011 Cumartesi
Kadınlara Masallar...
27 Haziran 2011 Pazartesi
Vedalar
22 Mayıs 2011 Pazar
Araf
11 Nisan 2011 Pazartesi
Kal Demiştim, Dinlemedin
2 Nisan 2011 Cumartesi
İlham Hangi Cehennemin Dibindesin?
Özledim...
Nasıl gider
Almıyor aklım
Belki çocuk olsam yalan söylerlerdi
Uzaklara gitti derlerdi
Ve ben o küçük dünyamda “uzak”ları
3-5 sokak ötesi sanardım
Annemin elini tutmadan asla gidemeyeceğim
Oysa şimdi kimin elini tutsam
Götüremez beni o sokaklara
O kadar ıssız...
O kadar bilinmez...
Ah bir bulsam
Bir bulsam seni
Belki o kadar kimsesiz gelmez o sokaklar
O kadar çıkmaz olmazlar
Ama şimdi
Soğuk mu sıcak mı
Üşüyor musun diye bilmeden
Bekliyorum
Battaniyemin altında
Kim seni sıcak tutar ki oralarda
Nasıl konulur bir köşeye insan...
Geri dönülür, yaşanır
Yüzünü bile görmeden
O kadar yakın
O kadar derine
Daha da çökecekmişsin
Yerin bilmem kaç kat dibine
Nasıl tuzla buz olur insan
Nasıl kayar gider hayatımızdan
Aslında doğru ya
Kimse de söylememişti
Kimse “gitmeyecek” dememişti
Çok özledim seni
Çok özledim...
1 Nisan 2011 Cuma
Pilav Günü
Bu yazım diğerlerinden biraz farklı olacak, biraz daha bana ve beni tanıyanlara hitap ediyor gibi. Bugün pilav gününden dönünce geçmiş yıllardaki bir sürü ayrıntı beynimde canlandı. Mezun olduktan sonraki ilk pilav olmasının etkisi var belki de bilmiyorum. Zaten gün Beşiktaş'ta teknenin gelmesini beklerken sürekli tanıdık yüzleri, tanıdık insanları görmekle başladı, garip bir şekilde seviyorum ben etrafımda hafızamın eski bir zamanda kaydettiği yüzleri görmeyi. Ne zaman çekmiştir bu resmi diyorum mesela beynim, o anda ne düşünüyordum bir yandan.. Benim için önemsiz bir insan olsa bile böyle... |
Lanet...
Yanlış bir şeyler var burada, hani olur ya tek bir yanlış ararız ve tüm kötü şeyler o yüzden oldu deriz. Aslında o dönemeçte sola saptığımız için olmuştur her şey, başka hiçbir hata yapmamışızdır ya da sonuna kadar her şeyi doğru yapıp da son anda bir yanlıştan dolayı olmuştur tüm bunlar. Hah işte şu aralar hiç öyle hissetmiyorum. Sanki doğduğumdan beri her şeyi, bütün seçimleri yanlış yapmış gibiyim.
Hep çıkma şansım olmuş labirentten, yine de her seferinde, başka başka yerlerde yanlışını seçmiş gibiyim. Sevdiğim her şeyi, zevklerimi, o gün giydiğim kıyafeti, gittiğim yeri, sokakta çarptığım adamı, sohbet ettiğim sokak şairini… Hepsi yanlış gibi geliyor son günlerde. Çünkü her şey yanlış gidiyor. Hiç ayırırken görmediniz değil mi beni doğru ve yanlışı, şimdi ayırıyorum.
Bu aralar içimde bir yerlerde tatsızım, uğursuzum…
Doğrusu sezgilerimin doğru çıkmasından sıkıldım, lanetlenmiş hissediyorum…
4 Mart 2011 Cuma
Halil Cibran'dan Aşk Hayatı
Halil Cibran'ı sevdiğimi bilirsiniz. Bu enfes bölüm onun Fırtınalar adlı kitabının "Aşk Hayatı" adlı bölümü...
İlkbahar
Gel ey sevgilim! Seninle harabelerin arasından geçelim. Karlar erimiştir. Hayat; yattığı yerden doğrulmuş, vadilere, bayırlara yönelmiştir. Uzak bir tarlada, baharın izlerine uyalım için, yürü benimle! Tepelerin doruklarına çıkalım ve etrafındaki ovaların yeşilliğinin dalgalanışına dalalım için: gel!
İşte kışın gecesinin topladığı örtüyü baharın fecri yaymış! Şeftali, elma ağaçları onu giyinmişler de kadir gecesindeki gelinler gibi çıkmışlar ortaya. Bağlar uyanmışlar, asmaları bir sevgililer topluluğuymuşçasına kucaklaşmışlar birbirleriyle. Irmaklar, kayaların arasından mutluluğun şarkısını yankılayarak, dans ederek akmışlar. Çiçekler, tabiatın kalbinden tıpkı köpüğün denizden kabardığı gibi kabarmışlar.
Nergis kâselerden, yağmurun gözyaşlarından kalanları içelim ve benliğimizi mutlu serçelerin şarkılarıyla doldurup tatlı esintilerin kokusunu içimize çekme fırsatını yakalayalım için: gel! Menekşenin gizlendiği şu kayanın yakınına oturalım ve sevgi öpücüklerini değiş tokuş edelim için!...
Yaz
Haydi sevgilim, tarlaya! Hasat günleri gelmiş ve ekinler olmuştur. Güneşin tabiata olan sevgisinin ısısı, onları olgunlaştırmıştır. Kuşlar bizi geçip gitmeden, yorgunluğumuzun kazancına konmadan ve karıncalar topluluğu yerimizi almadan önce gel! Benliğimizin, sevgilimizin kalbimizin derinliklerine ektiği vefa tohumlarından saadet daneleri derdiği gibi toprağın ürünlerini derelim, gel! Hayatın duygu mahzenlerimizi doldurduğu gibi, biz de mahzenleri dolduralım.
Bel ey yol arkadaşım, taze çimleri çiğneyelim, göğü örtünelim ve başımızı yumuşak hurma demetine koyalım, gündüz işlerinden soyutlanıp, vadinin karanlığının yarenliğine, kulak verelim.
Sonbahar
Seninle bağa gidelim ey sevgilim. Üzümün suyunu sıkalım, ruhun nesillerinin hikmetini derlediğim gibi toplayalım onu damlarda. Kuru yemişler toplayalım, çiçekleri imbikten geçirelim, öze karşılık remzi verelim.
Evlere dönelim! Ağaçların yaprakları sararmıştır, rüzgâr onları, yaz kendilerine veda ettiği zaman ince derde tutulmuş çiçekleri kefenlemek istercesine savurmuştur. Gel, kuşlar sahile doğru göçmüş, bahçelerin cana yakınlığını da beraberinde götürmüşler, yaseminlere yalnızlık kalmış, son gözyaşları da düşmüştür toprağın üzerine.
Dönelim! Irmaklar yolculuklarını durdurmuş, pınarların mutluluk yaşları kurumuş, tarhlar göz alıcı giysilerini çıkarmışlar. Gel ey sevgilim! Uyku, tabiatı elden çıkarmış, o da içe işleyen nihavend bir şarkıyle uyanıklığa veda ederek akşamlamıştır.
Kış
Yaklaş ey hayatımın ortağı, yaklaş bana; karların soluğunun bedenlerimizi ayıran karların soluklarına izin verme! Bu ocağın önünde gel otur yanıma, ateş; kışın leziz meyvesidir.
İnsanların durumlarından bahset bana kulaklarım rüzgârın inleyişlerinden unsurların yer tutuşundan ötürü yoruldu. Kapıları, pencereli kapat. Gazaplı havanın yüzünün görüntüsü hüzünlendiriyor beni, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi karların altında oturan şehre bakmak kalbimi kanatıyor… Kandile yap ekle ey ömrümün yoldaşı, - neredeyse sönecek – ve onu yakınına koy ki gecenin senin yüzüne yazdıklarını görebileyim ve içip üzüm sıkılan günleri hatırlayalım için şarap testisini de getir.
Yaklaş, yaklaş bana ey gönlümün sevdiği, ateş sakinleşti kül de neredeyse onu örtmek üzere… Katıl bana, kandil de söndü, karanlık galebe çaldı… İşte yıllanmış şarap gözlerimizi ağırlaştırdı… Uykunun sürmediği gözünle bana bak!... Uyku beni kucaklamadan önce, beni sen kucakla… Beni öp, kar senin öpücüğünün dışında her şeye hâkim olmuş… Ah! Sevgilim, uykunun denizi ne kadar derin… Sabah bu âlemde ah! Ne kadar da uzak!
3 Mart 2011 Perşembe
Burayı Seviyorum
Taşınmak istemiyorum blogspot'un her hangi internet sitesinden ziyade bloga benzerliği bana daha sıcak geliyor. Wordpress pek bir soğuk... =(
Ve şimdi öğrendik ki digitürk yenid
Sadece ne olur ne olmaz, o kadar emeğime bir şey olur diye tırstığımdan blogu export edip wordpress'e import ettim. Yine de buradan devam edeceğim...
Bize destek vermek isterseniz Facebook sayfamız
--------------
http://www.twitter.com/ecenurdogan
http://wwww.deviantart.com/ecenurdogan
http://camdanpabuclar.tumblr.com
24 Şubat 2011 Perşembe
Zaaflar Yorar
Karakter tahlillerinden devam ediyorum...
Yazının şarkısı için Thistle & Weeds - Mumford & Sons
Yazmaya başlayacağım zamanı hissederim, içimden bir şeyler kopmaya hazırlanır ve dinlediğim şarkıyı değiştirmeye gücüm olmaz. Aynı şarkıyı artık sözlerini de müziğini de algılamamaya başlayana kadar dinlerim, beynimi uyuşturmasını beklerim. Aklımdan o kadar fazla şey geçer ki, arka arkaya dizilir satırlar… Hiçbir zaman kağıda dökemeyeceğim kadar, çünkü hiçbir zaman parmaklarım o kadar hızlı olamadı, beynim şu ana kadar emsali bulunmamış bir hızda kısa bir roman yazmaya başlar ve ben hissetmekten yazmaya geçme aşamasında onların yarısından fazlasını kaybederim. Bir annenin ikizlerinden birini düşürmesi gibi, diğerini yaşatmak için güçlü olmaya çalışması gibi… Diğer çocuğuna üzüntüsünün en azını hissettirmek için kendine verdiği direktifler gibi…
Gidenler aslında rahatsızlık verici olacağı için giderler, kim billr? Ağır bir şizofreni oldukları için, kafa derimizi sürekli tırnaklayan bir şey… Aynı yeri, sürekli eşeleyen bir şey, bir süre sonra kanama başlayacak, biliyorum. Yine de biz izin vermeden geçemeyecekler kafatasımızın içine…
Kafatasımızın içine ufacık bir parçamızı çıkararak girdiğinde bu kadar savunmasız kalmanın bacaklarımızı bir ms hastası gibi çözmesini izleyecekler. Birden vücudumuz kendini bırakıp yere çakılmamıza neden olacak. Bilincimiz kapanacak ve kendi düşüncelerimiz, derimize geçmişimizden tırnaklarını geçiren o şey bizi yok edecek.
O yüzden giderler… Bazı fikirler, bazı satırlar, bazı insanlar bu yüzden giderler. Savunmasız kalmaya bu kadar açık olduklarımız zamanla bu yüzden yok olurlar.
Öyle çok düşünce uçar gider beynimizden, zaaflarımız yok olmaz hiçbir zaman. Bir insan, bir yer, bi şarkı… Bir kere içimizde göçüğünü açıp da yerleşti mi sonsuza kadar orada kalır. Bir zaafla yaşamayı öğrenmek o kadar da kolay değildir, çoğu zaman. Bıçağın derimizden içeri gidip kanırtarak derinlere inmesi gibidir zaman zaman… Soğuk bıçağın sıcak kanla ıslanması garip bir his verir.
O yara iziyle başa çıkmak için fazlasıyla güçlü olmak gerekir. Zaaflar o kadar çok içselleşmiştir ki bizimle, onları yok etmek bir uzvumuzu koparıp atmak gibidir. Zordur…
Zaaflar yorar, zayıf noktalar yorar.
Ve kimi zaman yeniden, yeniden ortaya çıkar.
Zaaflar yorar, onu biliyorum.
6 Şubat 2011 Pazar
Uykusuzluk Kıyamet Alameti Gibidir
Top seslerini duyup da kulaklarını kapatmak gibi uykusuzluk, gözlerinin acımaya başlaması ama beyninin lambaları kapatıp açarak göz bebeklerine işkence yapması gibidir uyuyamamak. Rüya görerek devam edebileceği halde tüm bilinçaltının diri diri ortaya çıkması gibi, narkozsuz ameliyat gibi. İçinizdeki tüm pisliklerin uyuşturulmadan dışarı çıkması gibi, ellerinize siyah bir zift gibi tüm yenilmişliklerinizin bulaşması gibi… Öylesine ağır, öylesine yapış yapış ki suyla yıkayınca daha da yapışkan olacağını bildiğiniz halde elinizi kaynar suya sokarak daha da fazla acı çekmek gibi…
5 Şubat 2011 Cumartesi
Çıkmaz Sokak
22 Ocak 2011 Cumartesi
Cenaze Arabası
Cenaze arabasını görebiliyordum ve sokağın ortasında bir sürü insanı, başı kapalı, gözleri kıpkırmızı olmuş ve şişmiş kadınları… ağlamamak için kendini tutan “beton gibi dur.” Diye kendilerine telkin veren erkekleri, bunlar onun için rutin olduğu için soğukkanlılıkla dua eden ve teselli veren imamı… Hepsini sokağın başından çok net görebiliyordum. Trafiğin işlemediği de belliydi, kaldırımda da yolda da boş yer yoktu. Hepsinin farkındaydım… Sadece görmek istedim, uzaktan gözlemlemek, ne aralarında karışmak ne de acılarını anlamak… Ben zaten biliyordum birini kaybetmenin hissini, cenaze arabasının arkasında duran tabutun her ayrıntısını daha önce incelemeye vaktim olmuştu, dua bile edememiş dağılmıştım. Zaten biliyordum, kalabalığın içinde yer almanın ne demek olduğunu…
Ardından arkamı döndüm, olduğu gibi geri döndüm… Alt sokağa geçebilmek için ara yola kadar bile gelememiştim çünkü… Belki de gelmiştim emin değilim, fark edemedim o an. Zaten kulaklarım duymuyordu, sadece bir gün her şeyin bir senaryo olduğunu size kabul ettirebilirsem final müziği olabileceğini düşündüğüm şeyi dinliyordum. Bu şarkıyı, Thirteen Senses – Do No Wrong…
Eğer her şeyin bir senaryo olduğuna inandırabilirsem sizi, filmin ilk gösteriminde ayakta alkışlanırken bu şarkı çalsın istiyorum. Ellerimi birbirne kenetleyip çok buruk bir gülümsemeyle selam vereceğim o zaman…
Aslında her şey terk edilmiş bir depoda başlayacaktı, planım oydu… Belki yirmi otuz sene önce, bir cinayetin ardından... Sadece suçluluk duygusu; ama içinde bir yerlerde kendini haklı çıkarmak için elinden geleni yapacaktın... Fark ettim ki her şey kontrolümde değil...
Her şey bir çıkmaz sokakta başladı, aslında çıkışı olmadığından değil… Başta anlattım, cenazenin arasına karışıp oradan çıkıp gidebilirdim. Ben geri dönmeyi tercih ettim.
Şimdi her şey yeniden başlıyor, o sokağın tam da ortasında hikayeye sadece tanıklık etmiş dört duvar arasında… Kendi içindekilerden başka bir şey bilmeyen dört duvar. Otuz sene boyunca tek bildiği yaralanmak, çürükler oluşturmak ve rutubetlenmek olan dört duvarın anlatabilecekleri ne kadar tatmin edecekse bizi o kadar…
11 Ocak 2011 Salı
Roman'ı neden kaldırdım?
o zamana kadar http://camdanpabuclar.tumblr.com 'dan beni takip edebilirsiniz.