Muzicons bozulduğundan şarkı koyamıyorum, ne yazık ki =( hadi bunu dinleyin bu yazıyı okurken, http://fizy.com/#s/1lrksd
Kendimi bildim bileli yazıyorum ben böyle, içimdeki küçük canavar empatiye doymmuyor. Eskiden klasik hatta salakça bir soru vardı: “İlhamın gelmesini bekliyor musun, yoksa öyle yazar mısın her durumda”. Bana en çok ilham veren şey, olağan bir şeyde, farklı bir durum fark etmek sanırım. Yani daha önce dinlediğim bir şarkıda tek bir söz, her gün gördüğüm insanlarda farklı bir bakış. Fark edebilmek yani, hem yaşadığımı biliyorum hem de yaşamaktan öte görebildiğimi. Hayatı dört gözle izleyebildiğimi. İyi ya da kötü aykırı bir şeyler durmalı yani hayatta…
Bu aralarsa tek görebildiğim insanlardaki bıkkınlık… sanki çevremdeki insanlar sınırlarına dayanmış gibiler. Hani olur ya dikenli tellerle çevrili, ilerisi mayınlı arazi. Dayanıyorlar hepsi dikenli tellere çıplak elle. Bu yüzden yüzlerinde bir huzursuzluk, acı ifadesi ve ellerini gizliyorlar. Bu yazıda moral vermek falan değil amacım, zaten okuyorsunuz; biliyorsunuz, “moral”in verilebilir bir şey olduğunu düşünmediğimi. Yine aklımda bir şeyler döndürüp çeviriyorum da onu söyleyeceğim.
Hani çocuklar inanır diyoruz ya mucizelere, şey geyikleri vardır; “ben mucizelere inanacak yaşı çoktan geçtim.” Hiçbir çocuk bizlerin inandığı kadar fazla mucizeye inanamaz, rüyasında bile göremez. Valla bakın. Komik gelmesin size.
Bence biz hayal gücümüzle çocukları katlarız; çünkü bir insan ne kadar çok yaşarsa, ne kadar çok bozgun görürse “Artık iyi bir şeyler olmalı, bu kadar döküntüyü ancak mucizeler temizler.” diyor. “Bu kadar bozgun fazla, herkes yaşıyor olabilir mi bunları.” Diyor. Kendi acılarını çevresindekilerle karşılaştırıyor, hatta onların acı çekmediğini düşünüp kendinin de düzlüğe çıkacağını umut ediyor. “Ben de hak etmiyor muyum?” diyor. Her şey için “O hayatının aşkını buldu, peki ben bunu hak edebilmek için ne yapmalıyım artık.” diyor mesela. “Ben daha fazla ne yapabilirim ki.” diyor. Sorguluyor sadece, bakın bir alıntı yapacağım;
“Derinin içinde yarıklar açıyor, yine de devam edebiliyor yürümeye. Hafızasında tutmuyor artık seni, sen her şeyini hatırlayabilirken onun bir anlığına seni hatırlamasını ve damarında bir mikrop gibi dolaşmak istiyorsun. Sen kaldığın yerde kalabiliyorsun, o senin yıkıntıların üzerine krallığını inşa ediyor. Sormadan, senin vücudundan imar izni almadan… Adalet ona işliyor, dedim ya onun krallığı. Onun mahkemesinde yargılanıyorsun. Net.”
Bakın herkes yapar bunu, “adalet”i sorgularız, “Adaletin bu mu dünya?” Sonra bunu yazan ne yapmış biliyor musunuz?
Özür dilemiş. Hata yaptım demiş, hepsinin üstünü çiziyorum demiş. Vaz geçmiş…
Niye? Sizce niye?
Ben size söyleyeyim niye, ne oldu da böyle oldu diye. Belli ki hayat kendisine kazık attıktan sonra ufak bir ışık yollamış o da başlamış mucizeleri kurmaya. Hepimiz öyle değil miyiz? Hayat bize ufak bir işaret yollamaya görsün, mucize isteriz. Çocuklara oyuncak alırsınız, oturur onunla oynarlar. Bize bir ışık gelir, o ışığı gök gürültüsü yapar dünyamızı kurarız kendimize.
Çocuklar hayalci değil, çocuklar gerçekçi… Biz de hayalci değiliz belki, buna inanmayı seviyoruz…
Hah yine bir şeye ulaşamadım, kısır döngü, çelişki, paradoks… Klein şişesi içindeyim hala, çıkarım diye umuyorum…
O zaman şöyle bitirelim, hayata bir şey söyleyelim:
Diyelim ki,
Bu döküntüyü, bu enfeksiyonu, iltihabı, yarayı, karmaşayı, belki şizofreniyi ancak mucize temizler... Bir el atıver…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder