"Size bir de denildi ki hayat karanlıktır diye ve sizler bezginliğinizde tekrar edegeldiniz, bir bezgin tarafından ne söylenmişse.
Ve ben derim ki hayat, sahiden karanlık, insiyak olduğu zaman başka.
Ve her insiyah kördür, bilgi olduğu zaman başka.
Ve her bilgi beyhudedir, çalışma olduğu zaman başka.
Ve her ne zaman aşkla çalışırsanız kendinizi kendinize raptedersiniz ve ötekine ve Allah'a."
Halil Cibran'ın Ermiş'inden bunlar. Bazen içinizden bir şeyler geçer, gider; ürperirsiniz ya, bu adamın yazdıkları böyle işte...
"Aşk hiçbir şey vermez, kendinden gayrı ve hiçbir şey almaz, kendinden gayrı.
Aşk sahip olmaz, ne de sahip olunabilir.
Zira aşk kafidir aşka...
Ve aşkın seyrini yönlendirebileceğinizi düşünmeyin; zira sizi layık bulursa şayet, aşk sizin seyrinizi yönlendirir.
Aşkın hiçbir arzusu yoktur, kendini gerçekleştirmekten gayrı.
Fakat aşık olursanız ve muhakkak arzulara sahip olmanız gerekiyorsa arzularınız şunlar olsun:
Erimek ve akan bir dere misali olmak, ezgisini geceye mırıldanan.
Aşırı hassasiyetin ıstırabını tanımak.
Kendi aşk anlayışınız tarafından yaralanmak.
Ve kanamak, teşne ve pür neşe.
Şafakta kanatlanmış bir gönülle uyanmak ve şükran duymak bir başka güne."
***
"Birbirinizi sevin, ama aşkı bir sözleşmeye çevirmeyin. Bırakın aşk, daha ziyade ruhlarınızın sahilleri arasında devinen bir umman olsun...
Gönüllerinizi verin, fakat diğerinin himayesine değil."
***
Aşk için böyle yazanı görmedim ben. Biz bir şeyleri yanlış yaptık, birbirimize sahip olmak için, ilk teslim olan olmamak için sırf çırpınıp durduk. Oysa aşk bizim avuçlarımızda bazen de damarlarımızda saf olarak duruyordu, saf alkol gibi... Başka bir niyeti yoktu, nefes aldığımız havaya karışmaktan başka... Sadece içimize çekecektik onu ve ruhumuz onun olacaktı, kavga olmadan, münakaşa ya da rekabet olmadan. "Teşne ve pür neşe" diyor Cibran, kalbimizi açarak, yumuşak, kalbimizin tüm köşeleri törpülenmiş gibi, çok kibar hareketlerle, karşımızdakini incitmeden. Derimizi kırılmasından ölesiyle korktuğumuz porselen bir bibloyla keser gibi. Karşınızdakine susamış gibi, ayağınızı suya batırıp sıcaklığını ölçmeden elbiselerinizi çıkarıp çırılçıplak buz gibi suya atlamak gibi, kana kana içmek gibi.
Etraftan nasıl gördüğümüz, bize nasıl öğretildiği, nasıl dayatıldığı hiçbiri mühim değil. Aşk bizi besler, aşka inancımız vücudumuzun kendini sindirmesini engeller. Ondan bir şeylere inancımızı kaybettiğimizde alarm verir vücut, ondan hastalara hayata olan aşklarını, inançlarını kaybetmemeleri için moral verin derler...
Biz bir yerde yanlış yapıyoruz, çok fazla duvar örüyoruz, kalkanlar tutuyoruz göğsümüzde. Bir şeyleri kaybedecek gibi, sanki kaybetmeden orada olduklarını anlayabilirmişiz gibi... Ermiş'te bir sürü çıplak kadın ve erkek resmi var, bunu doğrular gibi, aşk bizden duvarlarımızı kaldırıp ona karışmamızı bekliyor çünkü... Tabiat bile aynısını ister içten içe...
"Keşke güneşi ve rüzgarı daha fazla teninizle ve daha az esvabınızla karşılayabilseniz?
Zira hayatın soluğu gün ışığındadır ve hayatın eli rüzgarda...
...
Ve unutmayın ki toprak çıplak ayağınıza dokunmaktan keyif duyar ve saçlarınızla oynaşmayı arzular rüzgarlar..."
Ermiş kitabını ilk okuduğumda ben de oldukça etkilenmiştim... Her şey bir yana kitapta ifade bulan kavramlarda ki yaratıcılık güzeldi...
YanıtlaSil