20 Mayıs 2012 Pazar

Hikaye | Kısa Bir Oğlan Kızla Tanışır Hikayesi


Yazının şarkısı: Inara George'dan Fools in Love

Bu hikayeyi daha önce deviantart'ımda yayınlamıştım, daha önceden yayınlanmış bir hikayeye çok benzediği yorumu gelmişti. Sonra biraz araştırdım, cidden o kadar benzer şeyler yazmışım ki  ve cidden o kitabı okumadım sonuçta bu kadar fazla şey yazdım kimsenin yazdıklarını çalacak biri de değilim zaten o yüzden buraya koymakta sakınca görmedim.

Fazlaca ilginç değil mi? Bir başkasıyla bu kadar benzer düşünebilmiş olmak çok ürpertici geldi bana.
***



“Sahibinden az kullanılmış
Bazen şeytana satılmaya çalışılmış
Biraz saf, biraz taze
Yaramaz; iyi durumda
Ruhumu satıyorum!”

Bir trapezci gibi kaldırım taşlarının çizgilerinde yürürken böyle bağırıyordu. Gelen geçen ona bakıyordu; ama o hiç aldırmıyor gibiydi. Bağıra bağıra devam ediyordu:

“Kim demiş bedenime sahip olabilirsin; ama ruhuma asla diye! Ruhumu satıyorum!”

İşte onunla tanışmamız böyle olmuştu, komik değil miydi? Ben mi çok tekdüzeydim? Yok yok bu da normal olamazdı herhalde. O gün evden hiç çıkmayabilirdim, zaten deli gibi yağmur yağıyordu ya da birkaç saat sonra çıkabilirdim... Kader işte...

-          Bayan?
-          Buyrun bayım?
-          Siz... Ruhumu mu satıyorum demiştiniz?
-          Evet, bayandan satılık!
-          Nasıl yani?

Deli değildi, yani şizofren falan. Psikiyatristtim ben, az - çok tanırdım dışarıdan hasta olsa. Belki dikkat çekmeye çalışıyordu, belki de sadece sıkılmıştı.

-          Dürüstüm! İnsanlar beyinleri emilmiş zombiler gibi geziyorlar, en azından ben bilinçli olarak ruhumu satıyorum.
-          Beyinleri emilmiş zombiler mi? Kaç yaşındasınız siz bayan?
-          Güldürdünüz beni gerçekten, sokağın orasında bağrışlarımdan değil de şu sözümden mi çocukluk çıkarıyorsunuz?
-          Ne yapmam gerektiğini şaşırdım...

İnsan aşık olabilmek için içindeki çocukluğa kulak vermeli diye duymuştum da inanmazdım, her şeyden sıyrılabildiğiniz an buluyorsunuz onu. Yoksa yanından öylece geçip gidiyor; “Deli midir ne?” diyorsunuz. Çocukluğunuza yaklaşmanız gerekiyor işte bazen...

***
O sokağın ortasında “Ruhumu satıyorum!” diye bağırırken geldi yanıma. Herkes “Deli midir ne?” deyip geçerken o farketti. Çocukluğuna kulak vermesi gerektiğini. Evet, ben daha cesurdum, önce ben tutmuştum bir şeyleri kolundan. Yine de sadece o gelmişti, bu bir işaret miydi? Ya da sapığın tekiydi, çok cesur bir görüntüm olabilir; belki çok çılgın. Yine de bir sapığı peşime takacak kadar değil! İşte o anda kartvizitini verdi.

-          Buyrun, bana ulaşmak istersiniz belki!
-          Psikiyatrist mi? Nasıl yani, sizce tedaviye ihtiyacı olan bir hastayım yani...
-          Hayır, sanmıyorum... Öyle olsaydı anlardım en azından. Muayenehanemde her zaman kahve bulundururum, onun için çağırdım sizi de...

Herkesin terapiye ihtiyacı vardır. Acaba o bunu ne düşünerek yaptı, doktorum mu olmak istiyordu ya da kimsenin uğramadığı muayenehanesinin kirasını çıkarabilmekti tek aklında olan... Şu da bir gerçek ki sapık olma ihtimali oldukça fazlaydı. Eve gelince, evet ben bir evsiz ya da dilenci falan değilim aslında, internetten ismini aradım onun. Ünlüydü! Resmen sempozyumlara katılan konferanslar veren bir psikiyatrdı... Yine de sapık olabilirdi gerçi, en azından muayenehane ıssız bir yer değildir diye düşünmeye başladım.

***
Ona resmen “deli doktoru” kartı vermiştim. Büyük ihtimalle sapık olduğumu düşünecek; ismimi internette arayacak ve web sayfama, çalışmalarıma, panellerime rastlayacak, şaşıracak. O gün arabam bozulmamış olsa o sokaktan geçmezdim bile ben; ama geçtim... Acaba o gelecek mi? Gözümdeki o deli dolu cesur kız, buna cesaret edebilecek mi?

Ertesi gün de arabayla gitmedim işe, o sokaktan geçmeliydim. Gerçi onu göremedim, muayenehaneme girdim, ortaklarıma ve asistanlarıma “Günaydın!” dedikten sonra sabah kahvemi içmek için odama gittim. Bir yandan da programımı inceliyordum, bir sürü hastam gelecekti bugün, ayrıca bir üniversiteye panelist olarak davetliydim, gelse bile beni bulamayabilirdi...

Ama kaderdi bu, biraz da onun eline bırakmam gerekiyordu sanırım...

Bir hafta sonra sabah, geldi. Asistanım bir bayanın beni görmek istediğini söylediğinde, sabah kahvemi yudumluyordum. Bir an aklıma gelmedi, o olduğunu düşünmedim; belki de umudumu yitirmiştim...

***
Gelmeyeceğimi düşünüyordu!
Eminim öyleydi, yüzündeki şaşkınlıktan anladım!
Gelmiştim, bilmiyorum neden? Belki internette onun hakkında okuduklarım içimi rahatlatmıştı. Peki niye bir hafta sonraydı değil mi? Bunu düşünüyor olmalıydı o da... Yurtdışındaydım, gelememiştim. Aslında iyi de olmuştu, kafa dinlemiştim.

Çocukluğuma dönmek için ne terapi almam, ne de sokaklarda deli gibi bağırmam gerekiyormuş. O’nu bulmam yeterliymiş meğer, aşık olmam yeterliymiş....

***
Ünlü bir mimarmış meğer, en azından deli değilmiş... Hayat bir döngü gibi, bazen diyorsun ya geçip gidersem diye. Ya bulamazsam... O zaman da o seni buluyor işte, tutup çekiyor kolundan, döngü sana dönüyor bu sefer. Kontrol edebileceğimi sanıp çok uğraşmıştım zamanında bulmaya, hala hayatımı kontrol ediyorum; ama ona da nefes almak için boşluk bırakıyorum, onlara da...

Bugün sabah kahvesi içmek daha güzeldi, ertesi gün de öyle oldu, ertesi gün de, ve sonraki gün, sonraki ve sonraki...

 Hamiş: Buna benzeyen kitabın ismini hatırlayamadım ne yazık ki... 
            Fotoğraflar picship ,seeyouontheoth3rside ve profumodincenso'dan...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails