5 Ağustos 2010 Perşembe

10. Bölüm: Daha Ne Kadar Dibe Batabilirim ki?

Alp çok direndi ayrılmamak için, yalvardı, her gün hastaneye geldi; sonrasında da eve. Beyaz güllerle dayanıyordu kapıya, annem defalarca kovdu; polis çağırmakla tehdit etti. Yine de bıkmadı Alp, her gün arıyordu beni, özür dileyen mesajlar atıyordu. Bilmiyordu ki benim hayatımda bırakın 5. mevsimi yaşamak gibi bir amacım kalmamıştı artık. Yeryüzündeki 4 mevsimi görebilirsem bile şanslıydım, olağanüstü bir şey kalmamıştı artık hayatımda. Eğer olağanüstü berbatı sayarsak o ayrı tabi...

Kendimi toparlamam çok uzun sürdü tabi, işi bıraktım bu arada, kilo aldım. Dibe batış öyküsü diyelim mi biz buna. Bir sabah yüzümü yıkarken gözüm aynaya takıldı, gözlerimde en ufak bir ışıltı yoktu. Ajda, Feray ve annem hariç kimim kimsem yoktu. Birkaç kez Nazım Baba ziyaretime gelmişti; ama yüzündeki utanç onu o kadar eziyordu ki anlatamam. Kendisine baba demeyen oğlunun yaptıklarından ölesiye utanıyordu; bir de ilk kavgamızın bu yüzden olduğunu bilseydi çıldırırdı herhalde. Aslında Nazım Baba’yı hayatımdan çıkarmak istemiyordum, baba gibi sevdiğim insanın hayatımı zehir eden Alp’i hatırlatması çok kötüydü. Hapishanelerde işkence gören mahkumların bazı sesler duydukça gözlerinin önüne gelen işkence sahneleri gibiydi, Nazım Baba’yı görmek beni Alp’in beni mahvettiği günleri hatırlatıyordu. Flashback’lerle yaşıyordum hayatı, kabuslar falan... Nazım Baba da farketti bunu bir süre sonra ve o kendine has kibarlığıyla bir daha gelmeyeceğini söyledi. Hayatımdan süzülüp çıkıverdi ve giden bir sürü erkeğimden biri oldu...

“O kadar yalnızım ki ben. Eve girmek istemiyorum, dışarıda daha rahat nefes alabilirim diye. Yine de o kadar yalnızım ki bazen nefes alınca burnum, genzim hatta ciğerlerim yanıyor. Eve yolu uzatarak gidiyorum hep, arabayla çıkmıyorum evden. Bir otobüsten diğerine biniyorum. İstanbul turu yaparak gidiyorum, durup dururken Taksim’de İstiklal’deki mağazaları dolaşırken buluyorum kendimi. Birden bir bakıyorum Akaretler’deyim ya da Nişantaşı’nda... Karşıya geçene kadar bir sürü yeri dolaşıyorum, Haliç’e, Balat taraflarına gidiyorum durup dururken, Bağdat Caddesi’ne ordan Maltepe sahiline gidiyorum... Eve girdiğim anda ise başlıyor her şey. Gerçi ben dışarıda da yalnızım.

Sen yanımda olsaydın bile yalnız olurdum yine de. Bir sürü insan varken çevremde bile ölümüne yalnızım. Fotoğrafımı çekecek kimse yok bugün, kararmış hava; aslında yürürken bir yandan ağlayıp bir yandan da kendi kendime konuşuyorum. Kimse farkında değil.

Yine de çok yalnız olurdum ben. Babam hayatta olsaydı, Arda yanımda olsaydı... Yalnız olurdum... Çok yalnızım, nefes alamıyorum. Bugün görünmez olmak istiyorum aslında, yanlışlıkla çarptığım insanlar arkalarını dönsün, bakınsınlar çevreye boş boş. Beni göremesinler, görünmez olayım... Görünsem de yalnızım çünkü, hem de çok...

Bu 10 kiloyu almamış olsam, hâlâ harika bir işim olsa, her gece kulüplerde dans etmekten yorgunluktan uyuyakalsam da yalnız olurdum. Vücudum nikotin, alkol ya da kokain dolu olsa da her gece bir başka biriyle sevişsem de, harika bir seks hayatım olsa da, halüsinasyon görsem de, bir sürü insan da görsem çevremde, seni görsem de yine yalnız olurdum ben, yenilmiş olurdum.

Şimdi ben dünyanın en seksi kadını olsam yine farketmezdi. Yine ihanete uğramış, terkedilmiş elinden her şeyi alınmış, aciz bir kadın olurdum. Çaresizliğimin içinde nasıl bir seksapelim olurdu ki?

İşte böyle, sen gelsen bile yalnızım sevgilim... Seni çok özlüyorum. Genzim yanıyorum yine, nefes alamıyorum.”

Annemin ısrarlarıyla psikolojik tedaviye başladım, sonraki bir sene kendimi toparlamakla geçti. Direnç gösteriyordu vücudum, beynim. Tüm varlığım eskisi gibi olmaya direnç gösteriyordu. Bu bir uyarı değil de neydi? “Eskisi gibi olursan yine incinirsin!” Psikoloğum Ahmet Bey öyle olmadığını söylüyordu.

- Alp’le ilişkinizin başlarında olduğun insanı özlüyor musun Zeynep?

- Bilmiyorum. Sizce ondan özlemle mi söz ediyorum?

- “Bence”si çok önemli değil, bu bir gerçek. Şöyle düşün, neresinde olmak isterdin hayatının?

- 8 yaşımda. Klasik terapi seansları gibi oldu değil mi? Şimdi çocukluğunuza dönüyoruuuuz.

- Ne zamana dönmek istiyorsan kim olmak istiyorsan o ol.

- 8 yaşında olmak istiyorum galiba. O halimden güç almak istiyorum.

- Ne için güç alacaksın?

- Alp’le ilişkimizin başladığı zamanlardaki halime dönmek için. Bakın, bir dakika: Bütün cevapları ben veriyorum, doğru olduğunu nereden bileceğim?

- Sana doğru cevapları benim vermemi mi yeğlerdin.

- Cevaplar bulmak için geldim ben buraya.

- Eline bir reçete vermemi istiyorsun. Şunu şunu yap, mutluluğun sırrını çöz.

- Sanırım öyle...

- Peki bu her insan için aynı olsaydı ve ben o “tek” (!) sırrı çözseydim burada işim ne?

- Haklısınız sanırım, pekala cevaplar benim cevaplarım olmalı. Sizce doğru olacaklar mı?

- İşte tam da senin oldukları için doğru olacaklar, telaşlanma.

Sadece mutlu olmaya çalışıyorum. Her insan gibi, nesi yanlış bunun. Debeleniyordum kelimenin tam anlamıyla, uzun uzun debelendim, sonunda tedavi sonuç verdi bir sene içinde. Kilo verdim, arkadaşlarımla buluştum bol bol, alışveriş yaptım, gezdim-tozdum. Tam anlamıyla boş boş yaşadım. Zor bir süreçti; ama ben Zeynep Gökmen ve ben küllerimden doğdum! 27 yaşındaydım ve artık hayata geri dönmüştüm. Bir sürü şeyi düzeltmiştim: dış görünüşümü, kısmen de olsa ruh halimi... Yeni bir iş bulmuştum, özel bir mimarlık bürosunda çalışıyordum bu sefer. Küçük bir yer gibi görünmesine rağmen Haldun Bey, yurtdışı ve yurtiçi bağlantıları çok güçlü olan bir patrondu. İş arkadaşlarım harika insanlardı: Burcu ve Koray. Ellerinden geleni yaptılar yabancılık çekmemem için.

Tek bir şey kalmıştı düzeltmediğim, Arda’nın kırgınlığı ya da nefreti, kızgınlığı... Bir an cesaretimi topladım ve onu aradım ve çağırdım. Çok büyük bir fiyaskoya dönüştü tabi her şey sonra.

Acaba kek mi yapsaydım? Annemin şu limonlu keklerinden. Daha mı iddialı giyinseydim, daha mı toparlanmış durmalıydım? Zayıf gözüktüm diye belki, Arda sevmez zayıf insanları. Dedim ya belki limonlu kek yapsaydım ve biraz daha iddialı giyinip daha fazla makyaj yapsaydım… Bir dakika bir dakika, ne diyorum ben? Alp’i Arda’yla aldattım, tabi bu sırada Arda’yı da aldatıyordum. Hatta biraz daha eskiyi düşünürsek Nihat’ı da Alp’le aldattım. Bu kadar beddua almak iyi değil tabi. Ne bekliyordum ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails