“Yağmurda dudağı dudağım gibi, öylesi sıcacık bir kalbi vardı”
Sertab Erener’in eski bir şarkısı, şöyle devam ediyor:
“Oysa söylenecek bir şarkım vardı
Yaşanacak yıllarım vardı
Zaman beni benden çaldı...”
O kadar yarım kaldım ki o an, bana sorulan soru; “Tüm çocukluğunuzdan, geçmişinizdendünyanızdan, aşkınızdan, son umudunuzdan, saflığınızdan vazgeçiyor musunuz, bir daha eski halinize dönemeyeceğinizi kabul edip, pes ediyor musunuz?” ile eşdeğerdi ve ben çaresizce “evet” dedim. Bir şekilde hayata beyaz bayrak salladım ve yenilgimi kabul ettim ve sağolsun hayat bana hiç acımadan ağır şartlı bir antlaşma imzalattı. Elimden tuttu _elimden tuttu derken, yardım etti manasında değil_ zorla imzamı attırdı, ölüm fermanıma. İşte şimdi de zaferini kutluyor hayat, ne güzel herkes nasıl da mutlu, biraz önce havai fişekler bile patlatıldı. Zaferin kutlu olsun hayat, Arda!
Hala inanamıyordum, insanlar dans ediyordu, eğleniyordu; benim yüzümde ise sanki geçmişten gelmiş, görünmez bir ziyaretçiymişim gibi bir ifade vardı. O mekana, zamana ait değildim, neredeydim ben? Beni yenilgiye uğratmalarını kutluyorlardı, ben niye dans ediyordum ki! Kendimi bu kadar küçük düşürmeme ne gerek vardı? Niye kabul etmiştim, gururumdan çatlayacaktım. Arda’yı küfredip kovsaydım o gün evimden şu an hayatım çok daha güzel olabilirdi. Acaba Eylül benim kim olduğumu biliyor muydu? Eğer bilseydi arda’nın suratına tükürüp gelinliğiyle kaçar gider miydi? Söyleseydim, ben onun ilk aşkıyım, ne zannediyorsun, ben onu kırdığım için sana sarıldı, benim o deseydim!
İnanmazdı…
Çünkü gerçek olmadığını, Arda’nın beni değil kendisini sevdiğini bilirdi, büyük bir ihtimalle de haklı olurdu. Ben de yine, yeniden kendimi küçük düşürmüş olurdum.
Evlendiğim günlerde bulutların üstündeydim, hayatımın aşkını bulmuştum, çocukluğuma ihtiyaç duymuyordum; yokluğunu hissetmiyordum. Artık bana ağır bir kayıpmış gibi gelmiyordu, kendimi buna inandırmıştım; çünkü bu kayıp yerine başka şeyler koymayı becerebilmiştim, gerisi tarifsiz mutluluk olacaktı ve ben sonsuza dek mutlu mutlu yaşayacaktım. Size güzel de bir öğüt çıksın buradan. Her şeyi ayrı yeri vardır; aile, dostlar, aşk, çocukluk, mantık falan falan. Hepsi de lazım, hiçbiri ötekinin yerini tutmaz. Bu bana da not olsun, tabi bir gün gerçekten hayata dönebilirsem… Alp’in ihaneti sonrası çıkmaz sokağımın son ışığı da söndü. İyimser olmaya çalışıyordum, hayatın bana güzel şeyler getireceğine inanmaya... Yine de çok zordu orada bulunmak.
- Dans edelim mi?
- Aa tabi Arda.
- Biraz durgun görünüyorsun tatlım, ters bir durum mu var?
İçimden söyleyip durduğum Dido’nun Don’t Think of Me’si dışında hiçbir şeyim yoktu.
“So you're with her, and not with me,
I hope she's sweet, and so pretty
I hear she cooks delightfully, a little angel beside you
So you're with her, and not with me,
Oh how lucky one man can be
I hear your house is smart and clean,
Oh how lovely with your homecoming queen
Oh how lovely it must be...”
- Yoo, hayır... Gayet iyiyim sadece yorgunum, yanlış anlama işlerim bu aralar çok yoğun.
- Yalnız mı geldin buraya?
- Koray’la geldim, iş arkadaşımla; lavaboya gitti gelir birazdan.
Elimde olmadan Eylül’ün şimdiki haliyle benim Alp’le evlenirkenki halimi karşılaştırıyordum. “Ben ondan daha güzeldim.” diye kendimi avutuyordum. Bunların hepsi yalandı. Hem benden daha güzeldi, hem de tek bildiğim artık kaybettiğimdi.
- Bu gece pek mutlu değilsin Zeynep.
- Yorgunum Koray. Şu son proje çok yordu, hala da yetiştiremedim çizimleri.
- Şu Şenay Hızal’ın evi mi?
- Ev değil o, şato falan... Zaten kadın inanılmaz gösteriş meraklısı, nasıl bitireceğim bilmiyorum.
- Benim kongre salonu işi bitti gibi, yardım ederim ben sana.
Tahmin edebileceğiniz üzere, Koray benim sevgilim. Arda’nın evleneceğini öğrendikten sonra hayatımı raya oturtmaya çalışıyordum. Koray inanılmaz iyi bir insandı, “mükemmel erkek” bile diyebilirim onun için. Artık kayıplarla boğuşmaktan yorulmuştum, ne yapayım? Koray’la devam edebilirdim hayatıma. İlla ki bulutların üzerinde yürümem gerekmiyordu. Şu ana kadar öyle olmuştu da ne olmuştu? Aşık olduğum adamla evlenmiştim de ne olmuştu? Tam çocukluk aşkımla birlikte olmaya başlamıştım da ne olmuştu?
Mutluluk tanımlarımı değiştirmiştim, hayattan beklentilerimi düşürmüştüm. “Sakin” ve “huzurlu” sıfatları bana yetebilirdi. “Aşık” olmam gerekmiyordu, çocukluğumu unutmamam gerekmiyordu; saf,temiz ve berrak olmam gerekmiyordu. Aşık olmaktan geçmiştim ben artık; Koray’a güvenebileceğimi düşünüyordum bu da yeterdi.
Bu geceden daha zor bir gece yaşamamayı diliyorum sadece, böyle zor olmasın artık... Bu kadar kötü şeyi hakketmiyorum, romantik dönem edebiyat eserlerine döndü hayatım. Bari son sahnede de herkes ölsün de tam olsun.
- Kendine gelmişsin bakıyorum?
- Evet biraz şarap iyi geldi sanırım. Yarın da biraz uyursam kendime geleceğim.
- Şu çocuk, Koray... Kim?
- İş arkadaşım demiştim ya.
- Ve?
- Ve sevgilim...
- Ne zamandır?
- Bir ay falan oldu, henüz yeni.
- Kendine dikkat et. Bir daha başına kötü şeyler gelmesini istemiyorum.
Hala “Don’t Think of Me”yi mırıldanıyordum:
“And it's too late
And it's too bad,
Don't think of me”
Bir kahkaha attım çok eğleniyormuş gibi. Hayatı mükemmelmiş gibi yapan zengin, sosyeteden, şık giyimli kadınla gibi. Hiç derdim yokmuş gibi, her gece barlarca fink atıyormuş gibi. Hatta o kadar çok güldüm ki zor toparlandım.
- Alkışlıyorum seni, bravo harikasın, güzel şaka gerçekten. Sen bir baksana bana, daha kötü ne olabilir Arda? Berbat bir evlilik yaşadım, ölümün eşiğinden döndüm. Seni kaybettim, her dakika kaybediyorum. Söylesene daha kötü ne olabilir? Bir de burada seninle dans ediyorum hiçbir şey olmamış gibi. Beni nikah şahidin yapıyorsun, hiçbir şey yaşamamışız gibi. Hastaneye geldiğin gün “Sana acı vermeyi o kadar çok istiyorum ki” dememişsin gibi. O yüzden şimdi beni düşünüyormuş gibi yapmayı bırak, kes sesini ve şarkının bitmesini bekle sadece...
- Sana acı vermek için bir şey yapmıyorum ben. Eylül’ü seviyorum. Çok mutluyum, bunun sana acı verip vermediğini düşünemeyecek kadar çok. Umarım bir gün sen de mutlu olursun.
- Büyüdük artık Arda, çok büyüdük...
- Adaya git o zaman, küçükken oynadığımız ıssız pembe evin bahçesine. Şeftali ağacının sağında, hemen sağında bir sandık var, onu bul...
- Neden? Daha ne almak istiyorsun benden. Yoruldum artık, o kadar yoruldum ki gururumu bile bir yana bıraktım Arda. O kadar yoruldum ki mutluluk tanımlarımı değiştirdim, aşık olmam gerekmiyor diye kendimi avutuyorum. Artık bana ne kadar acı vereceksin, bitmedi mi?
- Sadece git Zeynep, sadece git... Hiç mi boşluklar yok hikayende? Hiç mi merak etmiyorsun?
- A haklısın, o kadar harika bir hikaye ki her anını bilmek istiyorum; o kadar hevesliyim ki, her saniyesini öğrenmeliyim. Görmüyor musun yoruldum ben Arda. Artık huzur istiyorum sadece, biraz huzur. Koray’da da bunu buldum, böyle de devam edeceğim merak etme artık beni, serbest bırak.
- Sadece git...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder