5 Ağustos 2010 Perşembe

9,5. Bölümün Devamı


İşte dedim ya hayat sevdiği insanların yollarını ilk aşklarıyla kesiştirmez ki bu konudaki cehaletleri insanlara olan inancını beslesin. En kötü zamanlarda bile bilinçaltında inanabileceği, aşık kalabileceği birileri olsun.

“Al işte Zeynep diye yiyordun kendini, al sana Zeynep. Al işte gör gününü gerizekalı, sanki masal yazıyoruz burada, çocukluk aşkın en saf, en temiz insan çıkacak, kimsin lan sen; çok mu değerlisin?” de demiş olabilir tabi hayat bana. Doğru ya çocukluk hayalleri gerçek olabilecek kadar değerli miydim? Çok az kişiye nasip olur bu, bana olmayacak gibi duruyordu o an için.

Artık hayat benim için yaz yağmurlarındandı; kısa, nadir ve istenmeyen. Etkisiz… Hani olur ya yürürsünüz bir sokakta, hatta Zeynep’inkiler gibi çıkmaz sokaklarda yağmur başlar siz köşeyi dönmeden ve o köşeyi döndüğünüzde biter birden. Aynen öyle, köşebaşı yağmurlarındandı ıslatan beni… Ya da ben buna aşk derdim elimden gelseydi… Yaşamak derdim… Diyemedim… Zaten ben söyleyene kadar dinerdi yağmur, çöl olurdu birden her taraf o ayrı mesele. Jehan Barbur diyor ya:

“Kalabalık bir sokak belki hayat

Sen her köşebaşı

Toplanmamış bir oda benle hayat

Sen yağmur sonrası”

1-2 ay kadar kendimi dağıttım tabi, her gece başka bir yerde, bol bol gülmece, eğlenmece. Savaştan çıkmıştım ve bu benim için zaferimin ön kutlaması olacatı. Her şeyin düzelmesine fazla zaman kalmamıştı. Şu bir yıl, Zeynep için nasıl geçti bilmiyorum pek de ilgilenmiyorum; ama benim için hayatımı toparlamakla geçti. Toparlayamam mı zannettiniz, yok canım! O kadar anlattım, yıkılıp kalacak adam değilim ben.

***

- Seni çok seviyorum Arda

- Ben de Eylül..

Eylül’ün bana zaten ilgisi vardı, ben de farkettim ki Zeynep’te olmayan o masumiyet Eylül’de vardı. Bunu görünce etkilenmemek elimde değildi tabi. Üstelik bana benzer bir hikayesi de vardı.

Her ne kadar kötü şeyler yaşadıktan sonra “Allah düşmanıma vermesin.” Desek de çevremizde benzer hikayeler duymak biri rahatlatır. Artık tek günah keçisi biz değilizdir, kötü şeyler sadece bizim başımıza gelmiyordur, sadece biz hata yapmıyoruzdur, şu dünyanın tek aptalı değilizdir. Hayat bir tek bize düşman değildir vs. vs.

- Arda öyle güzel bir zamanda girdin ki hayatıma, iyi ki varsın.

Eylül’le aynı şeyleri paylaşmamız, kafalarımızın uyuşması bizi daha bir yaklaştırdı. Bir şarkı vardı, “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir.” diye giden, artık çok da fazla inanmıyordum ona. Belki aşk için doğru olabilirdi; ama devam edebilecek bir sevgi için ayrı yollara gitmemek gerekiyordu.

Dünya durmuyor.. muş... Oturup sızlanacak değildim, küçük kız çocukları gibi. Hayatımın bana attığın bir kazık için daha kendimi bir yerlere kapatacak, geriye çekilecek değildim. Hani dayak arsızı derler ya, işte öyle olmuştum. Nasıl olsa kenarından, köşesinden düzelir diyordum. Tabi sonra yine bozulmak şartıyla. Geriye sarmak, en baştan başlamak gibi bir lüksüm yoktu, hiç olmayacaktı. Resim yaparken hani berbat ettikçe o yağlı boyanın üstüne kat kat boya sürersiniz ya, önceleri çok güzel girer birbirine o renkler harika nüanslar oluşur; ama bir süre sonra tual o boyayı kaldırmaz, renkler birbirini kabul etmez, renkler artık dans falan etmez. İğrenç bir şekilde durur, tuali biraz kazıyıp da siyah astar atmaktan başka hiçbir şans kalmamıştır. Güç bela tuali kazıyıp siyah astarı attınız mı yeni gibi olur ama kim görecek aslında tualin çiziklerle dolu olduğunu. Artık nasıl olsa alışmıştım, çok da ağır gelmiyordu. Tek kural “Çok fazla inanma.”ydı. Hiçbir şeye fazla saplantılı bağlanmamak gerekiyordu.

Evet, ben yuvarlak bir pistte dönüp duruyorum, hep başa dönüyorum ve tekrar tekrar aynı sonuca ulaşıyorum. Kendime tekrar hak veriyordum, defalarca.

“Bir gün gidecekler.”

Siktirip gitsinler, çok da önemli değil kimse şu saatten sonra.

***

Bir sabah ki ben her şeyi çoktan düzeltmiştim artık, Zeynep aradı, telefonunu silmiştim aslında; ama görünce tanıdım, hatırladım.

- Alo?

- Arda, benim Zeynep.

O da sildiğimi tahmin etmişti heralde ki kendini tanıtma ihtiyacı duymuştu. O an düşündüm, neden arıyordu ki beni. Yeniden geri dönmeye mi çalışacaktı ya da Alp kapısına dayanmıştı da beni yardıma mı çağırıyordu. İçimden geçen tek şey “İkisi de kendi pisliklerinde boğulsun, hiç umrumda değil.” di. İntihar falan mı edecekti de son sözlerini söyleyecekti: “Ben bu hayatta kalmayı hakketmiyorum.” diyerek duygu sömürüsü mü yapacaktı? Nasıl olsa ölen masum kalırdı, mağdur olurdu. Bu durumda Zeynep’i zor günlerinde yalnız bırakan Arda kötü adam Erol Taş olurdu. O yine bir şekilde kurtulmayı, haklı olmayı he şeye tercih edecekti. Ben çok da umrunda olmayacaktım, bana bencil diyorsanız, Zeymep ne? Sadece kendi mutluluğu için kimseyi harcamaktan çekinmeyen biri… Biz buyuz işte…

- Merhaba, naber?

- İyiyim... İyi olmaya çalışıyorum. Sen?

- Aynen, yaşayıp gidiyorum.

- Şey diyecektim, işin yoksa bugün bana gelsene. Yemek yaparız, muhabbet ederiz, film izleriz.... Şey benim, senden özür dilemeye ihtiyacım var...

- Aslında...

Benden özür dilemesinin nedeni, ne beni kandırmış olması ne de hatalarını fark etmesiydi. Kendisi de açık sözlülükle söylüyordu, hoş saklasa da anlardım, o da bunu biliyordu; ruhen buna ihtiyacı olduğu için çağırıyordu beni.

Gitmemeyi düşündüm, gerek yoktu. Anlamsız bir yapmacıklık olacaktı aramızda, onun yanında kendimi sığıntı gibi hissedecektim. Evet doğru kelime bu, biz birbirimizin hayatında sığıntıydık, başka bir anlamı olamazdı bunun. Zaman zaman kapı önüne koyuyorduk birbirimizi, ardından acıyıp içeri alıyorduk, sonra tekrar kapı önüne ya da yangın merdiveninin kenarına. Oysa hiç haberimiz yoktu, bir yangın anında birbirimizin ayağına takılacaktık ve bu hayatlarımıza mâl olacaktı.

Yangın merdivenindeki anlamsız eşyalarıydık birbirimizin, komşular gördüklerinde küfrediyorlardı, “Götürüp şunları çöpe atsanıza, apartmanda yaşamak ne demek bilmiyorsunuz.” deyip. Öyle değil diyorduk biz de içimizden... Oysa hiçbir kağıt toplayıcısı götürmezdi bizi, öyle değersizdik. Yine de sanki kapının önüne konsak anında birileri bizi götürecek gibi davranıyorduk birbirimize; yine de evlerimizi açmıyorduk, belki layık görmüyorduk ya da dediğim gibi işte, sığıntıydık biz...

Ve artık çöpleri çıkarmanın vakti gelmişti, yoksa televizyonlara çıkan çöp evlerden olacaktı bizim ruhumuz da. Hani olur ya yaşlı kadınlar, aileleri tarafından terk edildikleri, sahip oldukları hiç bir şeyleri olmadığı için en ufak bir çöpü dahi biriktiren; işte biz de onlardan olacak, insanların içeri girmeye iğrendiği evlerimizde geberip gidecektik. Henüz ölmek istemiyordum ben, üstelik herkesin acıyacağı bir şekilde… En dayanamayacağım şeydi güçsüz ve acınası hissedilmek. Zeynep bunu zaten fazlasıyla yapmıştı, bundan sonrası beni öldürürdü, altın vuruştu, over-doze’du.

- Aslında işim yok Zeynep, gelebilirim, neden olmasın?

- Çok sevindim, bekliyorum.

- Görüşürüz öyleyse...

- Görüşürüz...

Veda konuşmalarına gitmek gariptir, hele de karşınızdakinin hiçbir fikri yokken. Zeynep’in o gün için güzel planları vardı kim bilir? Yemek yer, film izler, şarap içer ardından da sevişiriz diye bekliyordu. Kendini buna hazırlamıştı, şimdi gittiğimde ikimizin bir geleceği olabilceğine dair konuşmalar yapacaktı belki. Birkaç gün, birkaç ay sonrası için planlar, onu da yaparız, bunu da yaparız gibilerinden; ama ben söyleyene kadar bilmeyecekti bunun bir veda konuşması olduğunu. Üstelik öyle tahmin edebileceğiniz türden basit bir veda da değil, onun canını en fazla yakacak şekilde.

Veda konuşmaları için hazırlanmak gariptir. Tıraş olursunuz, en güzel gömleğinizi giyersiniz, en sevdiğiniz parfümü sürersiniz; kadınsanız normalde yaptığınızdan daha fazla makyaj yapar, daha seksi görünmeye çalışırsınız. Belki de yaptığı yanlışı bir kere daha vurmak istersiniz karşınızdaki sizi hayran hayran izlerken ve sizin aklınızdan bir veda konuşmasının replikleri akarken.

Veda konuşmaları… Karşınızdakinin aptal umutlarını bir anda söndürmek gerçekten gariptir ve bunları söyleyene kadar onun söylediklerine gülümseyerek cevap vermek. Siz cesaretinizi toplayana kadar onun kendi kendine gelin güvey olmasını izlemek. Kabul edin gariptir ve garip bir haz verir. Büyük şeyleri yıkmak her zaman bir zevk verir insana, sadistçe bir zevk kabul ediyorum. Özellikle de büyük hayalleri… Sonrasında pişmanlık bile olsa, bir anlık da olsa zevk verir, intikam her zaman zevk verir.

İşte tüm bunlar için; duş aldım, tıraş oldum, en güzel gömleğimi giydim, en sevdiğim parfümümü sürdüm ve arabada zihnimden geçenleri duymamak için son ses müzik dinledim. Hayatım boyunca Zeynep benim zayıf noktam olmuştu; ama artık ona olan zaafım çekip gitmişti. Ekşimsi bir tat bırakmıştı yerine, bozuk süt gibi. Nefret mi bilemiyorum aslında, nefret bile olsa bu kadar güçlü bir şey hissetmeye niyetim yoktu çünkü ona.

Onu görmeye gidiyordum ve şüphesiz ona büyük bir sürprizim vardı. İsterseniz intikam deyin buna, siz bilirsiniz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails