18 Ağustos 2010 Çarşamba

12. Bölümün Devamı - V

Saat 16.00… Geldiğimden beri şarap içiyorum, şişe bitmek üzere. 7-8 kadeh oldu herhalde, başım dönüyor. Her şeyi bitirdiğimi bilmek güzel. Artık yepyeni bir hayat beni bekliyor, tanımadığım bir ülkede bekar ve güzel bir kadın olacağım. Kim bilir yeni arkadaşlarımla kaç gece böyle içip içip sabahlayacağız, kahkahalar atarak sokaklarda dolaşacağız. Bekar 30 yaş kadınları Roma sokaklarında. Tek gecelik ilişkiler, eğlence, bol kahkaha. Tamamen yüzeysel, hayatın anlamını aramadan olacak her şey. Çünkü ben biliyorum aslında hayatın anlamı yok, hiç yok… Bulmamı beklemiyor onu, belki de bulmamı istemiyor. Zamanında Ajda dememiş miydi aşk ona layık olduğunuzu anladığında şeçer sizi diye. Beni seçmedi işte, bu da bir seçenek, bu da bir kader. Elimde şarap kadehi yalpalaya yalpalaya ofisime, eşyalarıma bakıyor ve mırıldanıyorum:

“Dünya... Leyla...
Unutmuş aşk nerede
Dönüp durmuş aynı yerde...

Bak gece gündüz oldu yine
Zaman durdu tek kadehte
Kime ne
Yok bitmez dertler içince
Boş bahane
Vur dibine”

Bitiyor sahiden... Eşyalarımı toplarken hayatımın her yerine yayılmış; her seferinde elime batan toplu iğnelerimi olduğu gibi bırakıp gidiyorum. Masamda fotoğraflar var, Ajda’yla ve Feray’la, Sahra’yla, Koray’la… Çekmecemde Arda’nın beraber olduğumuz zamanlarda bana aldığı film ve müzik cdlerini buluyorum. Jeux d’enfants, City of Angels, Amelie, Dido’nun Life For Rent ve Safe Trip Home albümleri. Dokunmaya bile cesaretim yok, öyle ya ben gitmiyorum; kaçıyorum. Anılarıma dokunmaya cesaret edemememden daha normal ne olabilir ki. Ben delik deşik olmayan bir hayata gidiyorum. Yeni yeni desenler çizmeye, dekore etmeye gidiyorum yeni bir dünyayı. Planım belli, son güne bıraktım kıyafet alışverişlerimi. Önce Nişantaşı, oradan İstiklal ve en son Levent’te MetroCity ve Kanyon.

Tahmin ettiğiniz üzere, sarhoşluğun üstüne bu kadar alışverişten sonra uçakta hiç halim kalmayacak ve derin bir uyku çekebilecektim bu da hiç zorlaştırmayacaktı yolculuğu; içimdeki “yeni başlangıçlar” hevesini söndürecek bir şey düşmeyecekti aklıma uçaktaki 2,5 saat boyunca. Beynimi susturmayı seçiyordum, doğru ya ben kaçıyordum…

Önümüz yaz olduğundan bir sürü yazlık elbise almıştım, rengarenk... Yeni başlangıçlara... Zaten başım da dönüp duruyordu, mağaza çalışanlarına gülücükler saçıyordum. Deli gibi yorgun düşene kadar alışveriş yaptım ve sonra kendimi bir kafeye attım kahve içmek için. Koltukların birine yayıldım öbürüne de benden fazla yer kaplayan poşetlerimi koydum. Aslına bakarsanız bir bavul daha hazırlamam gerekiyordu sırf bunlar için.

Saat 20.30’du eve geldiğimde... Yarım saat sonra da Koray beni alacaktı. İşlerimin böyle sıkışması çok güzeldi aslında, nefes alacak zamanım kalmıyordu. Yeni bir bavul hazırladım hemen, sanırım saat ona beş vardı, kapı çaldı.

- Arda!
- Gidelim mi?
- Seni beklemiyordum. Uçağım gece yarısı ve Koray götürecek beni havaalanına.
- Benimle gel...
- Neden?

- Çantam hazır, birlikte gidelim.
- Ne? Nasıl yani?
- Madem sen İstanbul’da “son” yazdın bu hikayenin altına. Madem başka mekanlar, başka insanlar olması gerekiyor illa romanda; ben de geliyorum. Hiç bırakmayacağım bu hikayenin kahramanı olmayı, hadi yürü.
- Bu saçmalık. Hem telefonum çalıyor bak, Koray arıyor olmalı.
- Ona benimle gideceğini söyle.

Telefonu açarken bir yandan da büyük bir ihtimalle beni aşağıda bekleyen Koray’a ne diyeceğimi düşünüyordum. “Arda beni götürecekmiş.” diyecek halim de yoktu, Arda’yı hadi ben Koray’la gidiyorum diyecek halim de...

- Koray, hemen iniyorum.
- ...
- Aa tamam, iyi misin? Tabi ben kendim giderim, merak etme sen. İyi olduğuna emin misin ama sen?
- ...
- Tamam canım, sonra konuşuruz...

Koray komşusuna yardım ederken merdivenden düşmüş ve bacağını çatlatmış. Beni hastaneden arıyordu, kötü bir şey yokmuş; ama alçıya almışlar ayağını. Uğursuzluk mu getiyorum ben insanlara diye düşünmemek elimde değil.

- Sanırım Koray’ın şanssızlığı senin şansın olmuş.
- Gidelim o zaman.
- Hâlâ benimle gelmeni istemiyorum. Yeni bir hayata başlayacağımı söylemiştim ben.
- O zaman gitme, burada da yeni bir hayata başlayabiliriz.
- Saçmalıyorsun.
- Hayır, seni seviyorum.
- Hadi biraz hızlı git. Pasaport kontrolleri zaten çok uzun süren işler zaten.
- Bana bir neden söyle Zeynep, şu an seni Yeşilköy’e götürmem için tek bir neden söyle. Ters yönde gideceğimi biliyorsun. Ya o uçağa seninle beraber bineceğiz ya da ters yöne gideceğim.
- Hayır, ben o uçağa yalnız bineceğim ve sen de yaşamaya burada devam edeceksin.
- Beni beşinci ve altıncı mektubun arasında bırakmaya niyetlisin öyleyse.

“İşte sevgilim, beşinci ve altıncı mektup arasında bunlar oldu. Sana susuzluğumu iliklerimde hissediyorum artık. İçimden taşıyor, korkuyorum yakacak, yıkacak, zarar verecek diye; ama taşsın ne yapayım... Buraya hiç gelmezsen, bunu hiç okumazsan ya da çok geç kalırsak yine birbirimize bil ki ben beşinci ve altıncı mektuplar arasında seni bekleyeceğim. Yine o çocuk halimle, yine yaz aylarında, mavi bisikletimle...” demişti bana son mektubunu bitirirken, onu orada hapsolmuş halde bırakamazdım aslına bakarsanız; ama çok geçti işte. Şimdi olamazdı, burada olmazdı. O da demişti ya “ya da çok geç kalırsak yine birbirimize.” Diye, çünkü bu bizim rutinimiz olmuştu artık… Zaten ben hiçbir yere zamanında gidemezdim ki sürekli kaçırırdım vapurları, otobüsleri, tramvayları, metroları… Hep yüzüme kapanırdı kapılar, hani olur ya son anda kapı kapanırken kapıyı tutup da kendini içeri atanlar, işte ben hiçbir zaman onlardan olamamıştım. İlk aşkıma zamanında yetişebileceğimi de nereden çıkarmıştım ki…

- İstediğin yerde olabilirsin, senin seçimin; tabi Roma hariç...
- Siz kadınlar saatlerce vitrinlere bakıp her yere geç kalıyorsunuz.
- Ne demek şimdi bu?
- Yine geç kalacaksın, bize...
- Yine mi?
- Bundan seneler önce, liseye başladığımızda... O zaman da geç kalmıştın.
- Of Arda! Ne farkeder? Gidiyorum ben.
- Gitmiyorsun.
- Ne yapıyorsun sen, Arda geri dön; uçağı kaçıracağım.
- Seni kaçırıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails