9 Ağustos 2010 Pazartesi

Mektuplar


İLK MEKTUP

Zeynep,

Senin için kullanabileceğim onlarca sıfat varken ben çaresizce ismini yazıyorum hitap olarak. Lanet olsun...

Adadan taşındığımızda benim için her şeydin. Arkadaşım, ailem, çocukluğum, hayatım... O zamanlar bilmesem de aşkım... Ben senin için neydim peki? Hiç bilmiyorum. Ne oldu sonra, bir şeyler değişti biz iki sene içerisinde öyle bir uzaklaştık ki. Arada annem Meyra Teyzeyi görmeye geliyordu; nadiren seni de görmüş oluyordu ve ne kadar güzelleştiğini anlatıyordu. O bunun farkında değildi; ama çok heyecanlanıyordum seni anlattığı zaman. Ortaokul bittikten sonraydı sanırım, liseye başlamamıza bir ay kadar vardı; size gelmiştik, adaya. Yeniden evime, yuvama ve dahası sana dönmüştüm. Mavi bir tişört vardı üstünde o gün, krem rengi bir şort, saçların beline kadar uzamıştı; kabarıktı, dağınıktı. Beni görünce çok şaşırmıştın, ben de öyle. Annemin anlattığından daha da fazla güzelleşmiştin. Adayı bırakmıştım, seni bırakmıştım; bu değişecekti. Seni geri alacaktım, hayatıma yeniden renk getirecektin, yardımcı pilot...

Böyle ummuştum yani...

Çok mu umursamazdın... Sana ne zaman birkaç adım atsam, geri çekiliyordun. İçimden her seferinde bir şeyler kopuyordu, sen bunun farkında değildin bile. Gerçekten lanet olsun, her şeye...

Sonra her şey sonsuza dek değişti... Bir baktım bana aşk acılarını anlatıyorsun, ben sana anlatıyorum. Bu hale nasıl geldik bilmiyorum. Sen çok değiştin ve evet ben daha da çok değiştim. Yeni halimi sevmedin belki, çok acımasız ve bencil bir adam oldum ben Zeynep. Şunu sana söylemeyi çok isterdim, çok sevdim seni; kopamayacak kadar çok.

Çok farklı yollara gittik, çok farklı düşünüyorduk. Arada konuştuğumuzda bile ortak bir şeyler bulamıyorduk. Bazen diyorum acaba hayat bir aradayken yapamayacağımızı bildiği için mi ayrı tutuyor bizi böyle. Bizi birbirimizden koruyor, sakınıyor olabilir mi?

Ben şu ana kadar sevdiklerime hep zarar verdim çünkü. Evet klişe bir cümle; ama doğru. Acaba sen de mi öylesin? Bu yüzden mi bizim hiçbir zaman birlikte bir yarınımız olmadı?

Yine de sensiz olmuyor be Zeynep...


İKİNCİ MEKTUP

İlk mektubumun üzerinden 6 ay geçti, 2 gün önce öyle şeyler oldu ki, beynim; başım öyle döndü ki yine başladım yazmaya.

İki gün önce adaya gittim, sizin eski evinize. İtiraf ediyorum sevgilim, içeri girmek için pencerelerden birine zarar verdim, sonra da tamirci çağırmak zorunda kaldım; ama çocukluğunun geçtiği o yere girmek zorundaydım, kendimi orada bulabilirdim ancak... Hep mutlu son olacak diye beklemişim, en sonunda birlikte olacağız diye beklemişim. Biz birbirimiz için kürkçü dükkanıyız gibi geliyordu bana, dönüp dolaşıp birbirimize döneceğiz gibi. Artık hiç umudum yok ve sanki bir tarafım öksüz gibi. Çok sevdiğim bir yakınımı kaybetmiş gibiyim sonsuza kadar. İçim eksildi sanki… Bir erkek için fazlasıyla duygusal bir durum değil mi? Ya da acınası...

Evine girdim diyordum, çok başka yaşanmışlıklar olduğunu hatırladım. Adadan taşındığımız gün bana küskün oluşunu hatırladım, tokan yıllar önce aldığım çilekli tokan da yanımdaydı. Onu çekmecenin birinin dibine atmıştım. Bir gün evi talan ettim çöpe atacaktım; ama kıyamadım Zeynep, yapamadım...

Odana girdim sonra ve yatağının başındaki çekmecede iki mektup buldum, başındaki tarihe bakılırsa lisede yazmıştın ikisini de. Çıkmaz sokaklardan, iki kişiden bahsediyordun; ikisi de hayatından çıkamamış kişilerdi ve ikinci mektubun “A...” diye başlıyordu. Bu ben miydim Zeynep? Defalarca okudum mektubu, belki öyle düşünmek istediğimden bilmiyorum; öylesine ikna ettim ki kendimi A.’nın ben olduğuma...

Sahi o ben miydim?

Çıkmak istemediğin çıkmaz sokak ben miydim?

Öyleyse neden gittin sevgilim?

O mektupları orada bırakamadım, zaten unutmuş gibiydin. Hem artık hafızan da silmişti bütün bunları o kadar emindim ki... Saç tokanı ve o iki mektubu aldım yanıma, atmaya; yok etmeye yeltendim; beceremedim.

Bir gün iyileşeceğim ve eğer yarım kalmış bir şeyler varsa beni yeniden bulacak biliyorum...

O zamana kadar hoşçakal

A.”

Düşündüm biraz, nasıl unutmuşmuşum adada onları, hatırlamaya çalıştım…

Lise sondaydım yine adaya gelmiştim sabahtan, kafam Ufuk’tan ayrıldıktan sonra allak bullaktı. Okulun bitiş saatine kadar odamda uyumuştum, o zaman olmalıydı. Bunları öğrenmiş olması onun da kafasında taşları yerine oturtmuş olmalıydı. Ben de ona bir zamanlar aşıktım. Yine de Alp’le evliydim o zamanlar değişecek ne vardı ki...

“O... Evet... O... Çünkü O’nun çıkmaz sokağı senden bile önce vardı. Keşke çıkmaz sokak olmasaydı da sek sek oynaya oynaya girseydim o sokağa o yaşta... Küçük olmayı becerebiliyorken hâlâ...”

Hani Arda’nın düğününde bahsettiğim mektuplar bunlar. Ufuk’a yazdığım; ama Arda’yı anlattığım mektupta geçiyordu bunlar. Yine de güzel söylemişim:

“Çıkmaz sokak, çıkmaz sokaktır…

İstisnası yoktur.”

Öyle ya o zamandan güzel tahmin etmiştim. Alp’in ya da Arda’nın istisna olacağını niye düşünmüştüm ki sonradan?

“Kalbini kim kırdı...
Artık mavi değil mi denizler, gökyüzü eskisi gibi...
Kanatlarını kim çaldı...
Artık sende değil mi umutların, bu sessizliğin eskisi gibi...
Al! sar kendini bu tülden duayla sarın üşüme gelir geçer de kendine...
Çarp! savur kendini bu yalnız şarkıyla, itiraf et kendine o gitti...”

Mektuplar ve tokam sandığın içindeydi. Sandıkta daha bir sürü şey vardı, onları da anlatacağım sabredin biraz.


ÜÇÜNCÜ MEKTUP

Zeynep’im

Artık sana çok farklı hitap edebilirim. Zeynep’im diyebilirim... Bugünkü tesadüf olmasaydı, hayatım nasıl olurdu bilemiyorum; bugün karşılaşmasaydık eğer öğle yemeğine gitmeseydik... 2. Mektubumda birkaç sene önce söylediğim şey doğruymuş meğerse, bulacakmışsın beni. Bir şekilde bulacakmışız birbirimizi. Meğer akıntı değilmiş bizi sürükleyen, kadermiş. Geçmişimizde saniyelik gecikmeler, seçimler, bir anlık kararlar uzaklaştırmıştı belki bizi; ama artık her şey değişebilir... Bu harika geliyor kulağa. Kendimi ilk aşkını bulabilmiş şansli insanlardan sayıyorum ve şükrediyorum. Bugünlerde kendim gibi değil, senin gibi yaşıyorum. Senin gibi nefes alıyorum, senin gibi gülüyorum, seni yaşıyorum. İki kişilik bile değil, sadece seni... Defalarca şu şarkıyı dinledim.

“Push the door, I'm home at last
and I'm soaking through and through
Then you hand me a towel
and all I see is you
And even if my house falls down,
I wouldn't have a clue
Because you're near me and

I want to thank you
for giving me the best day of my life
Oh just to be with you
is having the best day of my life”

Bu mektupları sana verebileceğime o kadar inanıyorum ki artık, bir gün okuyacaksın ve seni hiç unutmadığımı; hayatımın arkaplanında, kalbimin zemininde hep olduğunu göreceksin.

Ve o zaman sen de benim gibi mucizelere inanacaksın, Senin de gözlerin çocukluğunda parladığı gibi parlayacak, tenin eskisi gibi porselenden olacak. O kadar umutluyum ki bu sefer, bu sefer başardım işte görüyor musun sevgilim? Yeniden buldum seni, baksana bu bile yeterince mucizeviyken neler neler olmaz ki şu hayatta…

O zamana kadar hoşçakal…

Seni geri kazanacağım...

Seni seviyorum”

Bu mektup Arda’yla tesadüfen karşılaştığımız, hayatımın beşinci mevsiminin başladığını sandığım zamanlardı. Hayatın bana bir şans verdiğini, artık mutlu olabileceğimi sandığım zamanlardı. Kendimi zor tutuyordum ağlamamak için; çünkü defterde üç mektup daha vardı ve pek sevgi dolu olduklarını zannetmiyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails