31 Temmuz 2010 Cumartesi

9.5. Bölüm: Pişman Olma İhtimali


Acımadım biliyor musunuz ona? Öyle aciz bir şekilde yatıyordu ya, hiç acımadım. Af dileyecek hali bile yoktu, yine de umrumda değildi. Aptallığım beni o kadar uyuşturmuştu ki; beynimin ona acıyabileceğim tarafı eksilip gitmişti. Kendime acıdıım, güçsüz, kandırılmış falan hissettim hatta Alp mi ne ona bile acıdım; ama Zeynep’e acımadım. Hem acısam ne olur, Zeynep bir şekilde kendini kurtarır nasıl olsa, hiç şüphem yok. O mağdura yatar, şiddet gördüğünü öne sürer ya da bunu gibi bir şey ve tüm dünyayı arkasına alır. Dedim ya zerre şüphem yok, kimseyle ilgili hislerimde yanılmadım; sadece aşık olduğumda sekteye uğradım. Aşık falan da değilim artık zaten.

Siz hiç önce mucize diye bir şeyin var olabileceğine inandırılıp sonra da ortada bırakıldınız mı? Çocukluk hayalleri gerçekleşebilyormuş derken tam, birden “Yok canım böyle bir şey mümkün olsaydı bu kadar zor olur muydu yaşamak?” dediğiniz; ama içten içe “Neden bir sefer de beni seçmiyor hayat, lanetli miyim?” diye düşündüğünüz oldu mu sadece bir an bile? İşte ben uzun bir süre bundan başka bir şey hissetmeden yaşadım.


Ben hayatım boyunca sayılamayacak kadar çok yalan söyledim; arkadaşlarıma, aileme… Aklınız şaşar. Olmadığım biri gibi görünmekte üstüme yok benim; hele ki birinin çıkarcı ya da yapmacık olduğunu anlamayagöreyim yapabileceğim şeylerin sınırı yok. İyiliği hak etmeyen kimseye iyi davranmadım şu ana kadar ben, herkes hak ettiğini yaşasın, umrumda değil dedim. Bazen duygularımın normal insanlardan daha derinde, daha ulaşılmaz olduğunu düşünüyorum. Benim kalbime dokunmak zordur, sevgimi gösteremem, romantik falan değilim. Yine de ben bile aşık olursam kalkanlarımın çoğunu indiririm, karşımdakine büyük yalanlar söylemeye kıyamam, benim için değerli olur karşımdaki ve bu yüzden elimden geldiği kadar etik olmaya çalışırım.

Aşık falan değildim artık
Onu soracak olursanız o hiç değildi.

Her şeyinizi ortaya koymuşken, kumar masasında kendinize ve yanınızdakilere koşulsuz güvenip rest çekmişken, saf bir çocuk gibi her şeye inanmışken, yeniden inandırılmışken, “Bittiiii, hadi bakalım evine dön artık, bitti oyun, floş royalle kaybettin.” dediler mi size, dalga geçer bir şekilde; hatta kahkahalar atarak, siz nasıl olabilir diye inanamazken.

Birini kaybetmekten çok, hayal kırıklığı insanı kıran, yanılmışlık hissi. O değer verdiğiniz insanın aradığınız, yanınıza olabileceğine inandığınız insanla uzaktan yakından ilgisinin olmaması. Hata yapıp bir kenara çekilmek, “becerememişlik” hissi. İlk aşklar yaşanmamışlıklar yüzünden akılda kalıyor işte, yarım kaldığı için. Sadece diyorsun ki şu an belki de o olsaydı daha farklı olurdu; sanki melek ilk aşkımız. Devam etseydi görürdünüz kimmiş, neredeymiş o “ilk aşkınız”? Hepimiz başka hayatlara karışıp değiştik; yine de inanmamayı tercih ediyoruz niyeyse. O yüzden iyidir eski aşkınızın hayatınıza bir daha girmemesi, yine de bunu bilerek ya da bilmeden isteriz, aklımızda bir yeri olur onların.

Ve hayat bizi seviyorsa bunu yapmaz, ilk aşklarımızı bir daha karşımıza çıkarmaz. He yok çıkarıyorsa ve biraz akıllıysak uzak dururuz ondan. Uzak durmuyorsak, bir de üstüne kendimizi şanslı sanıyorsak, hayat bizi bağrına bastı sanıyorsak _ki bu hikayede benim rolüm tam olarak bu oluyor_ … Neyse kendime daha fazla hakaret etmek istemiyorum.

Üstelik o kadar eminim ki benim hikayemin daha önce defalarca yaşanmış ve yazılmış olduğuna. Hiçbir özel yanı yok, çoğu insan kandırıyor sevdiğini, her gün yaşanıyor bunlar, hepimiz birbirimizi aldatıp duruyoruz Acınası bir kanıksama değil mi bu? Niye garip gelmedi çoğunuza, kırık dökük bu kadar şey. Niye sanki çok alışkınmış gibi bakıyorsunuz? Hepiniz mi yorgunsunuz ki, hepimiz mi yorgunuz? Ben de sanki çok önemliymişim, gibi anlatıp duruyorum işte… Mazur görün. Neyse devam edeyim, çoğunuzun ne yazık ki alışık olduğu bu hikayeye:

Öyle bir çocukluk yaptım ki inanmayacaksınız, gerçek dışı gelecek; böyle mantıksız bir kurgu da olmaz diyeceksiniz. Yine de yaptım, nasıl olsa artık birbirimizi kırmanın sınırı yoktu. Sürekli ileri gidip duruyoduk, daha da ileri. Artık sanki birbirimizi kıramayacak yerlerdeydik, birbirimize zarar verebilecek konumda değildik, birbirimiz için o kadar önemli değildik; ama elbette bir yolu olmalıydı onu da kırıp dökmenin. Madem öyle ben neden duracaktım, öyle yok “Bana yakışmaz.”, “Delikanlılığa sığmaz.” tarzı düşüncelerim yoktu. Ben de-
Tamam, yine olayları ortasından anlatmaya başladım, iyice anlaşılmaz hale geldi. Hadi en baştan:

Bu bölümü de anlatmak gelmiyor ya içimden neyse artık ne yapalım... Meyra Anne olmasa hiç öğrenemeyecektim belki, he o zaman ne olurdu; dah fazla aptal durumuna nasıl düşerdim o da ayrı bir merak konusu:

- Alo Zeynep, şükürler olsun. Bin kere aradım seni, neden telefonlarıma cevap vermiyorsun?
- Arda sen misin yavrum?
- Meyra Teyze?
Evet çocuğum benim. Zeynep’i aradın tabi. Hastanedeyiz sorma, sorma başımıza gelenleri.
- Ne oldu? Zeynep yanınızda mı? Bir şey mi oldu ona?
- Ah ah! Elleri kırılsın, o Alp denilen herif mahvetmiş güzel kızımı ne hale getirmiş. Benim kızım kocasından dayak yiyecek kız mıydı? Bunun için mi evlendirdik biz onu? Engel olsaydım keşke evlenmek istediğinde o pis şeytanla.
- Tamam, ben ziyaretinize geleceğim. Sakin olmaya, Zeynep’e destek olmaya çalışın.

Son cümleyi nasıl söyleyebildim bilmiyorum. Olduğum yere yığıldım öyle, şaşırdım, rengim attı bir an. Nasıl olabilirdi bu? Böyle bir yalanı nasıl söylemiş olabilirdi? Ve tabiki “Alp”... Doğru duymuştum... Seni sevmeye hüküm giydim “Alp”...
Oysa çok garipti, sonunda yollarımızın bir şekilde kesişmesi. Sanki hayat bu zaman kadar ikimiz de yeterince büyütüp bizi birbirimiz için iyi gelecek hale getirdikten sonra karşılaştırmıştı. Bir şekilde zamanı gelmişti, ilk değildi benim için; ama “en önemlisi” olabilirdi ve eğer bunun için bir doğru zaman varsa işte gelmişti. Belki bu kadar şeyden sonra yaşadıklarımdan öğrendiğim onsa katı kuraldan sonra mucize olabilecek, beni kaderimin iyi bir yerlere götürebileceğine inandırabilecek bir şeydi Zeynep’in yeniden hayatıma girip böyle baş köşede oturması.

Çünkü madem zamanında hayat bizi ayrı bir yerlere savurmak için elinden geleni yapmıştı, belki de bir nedeni vardı ve şimdi birleştiriyorsa yine bir nedeni vardı. Belki de mutlu olma zamanı gelmişti. Ben hep onun eksikliğini hissetmiştim ve eğer o da bir kere bile doğru söylediyse o da hissetmişti. Zaman bizi hiçbir zaman beklememişti, biz hiçbir zaman birbirimize yetişememiştik; ama bir şekilde kesişmişti işte hayat bizim için. Bunu düşündükçe gülümsüyordum, mutlu oluyordum. Oluyor – dum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails