Sanki göçebeyim...
Yine kıtlık çıkacak ya da düşmanlar gelip tarlaları yakacak, hayvaları öldürecek, köyü yağmalayacak ve ben de yeniden göç etmek zorunda kalacağım.
Hiçbir kalıcılığım yok, yuvam gibi benimseyemiyorum. Geçiciyim, fazlasıyla...
Sonra bir yer bulacağım kendime, ardından yine talan, yine yıkım... Hayatımın milyonlarca kısır döngüsünden sadece bir tanesi. Ait olamayacağım hiçbir zaman bir yere, dedim ya göçebeyim.
Bir gün yine kalıcı olamadığım, nasıl olsa gideceğim diye kimseyle fazla diyalog kurmadığım, kısmen yabancı bir yerde öleceğim. Hani olur ya insan evinde, sevdiklerinin yanında ölmek ister. Gurbete gidenler mesela, beni evime, yurduma götürün derler. Ölüm zaten korkutucu, en azından tanıdık bir yatakta olmak ister insan. İşte benim hiçbir zaman “tanıdık” bir yatağım olmayacak.
Bir gün bir yerlere yerleşmekten öyle korkuyorum ki, kalıcı bir eser bırakmak zorunda kalacağım diye. Şimdilik kendimi avutuyorum, yok çünkü sonu benim için. Yine de unutulmaması gereken bir şey var: ait olmak aynı zamanda sahip olmaktır. O yüzden insan bir şeylere ait olmak ister, çünkü içten içe bilir ki kendini bir yere ait hissedemezse hiçbir yere, hiç kimseye sahip olamaz. Mutluluk biraz da teslimiyetten geçiyor, garip... Hayatım boyunca anlam veremedim. Ödün vermemeye çalıştım sadece, istisnasız bir güç aradım. Nereden bilebilirdim ki insanın zayıf noktalarıyla güçlü olduğunu aslında, biraz zayıflamadan asla güçlenemeyeceğimi nasıl bilebilirdim ki, bu tezatı nasıl çözebilirdim?
***
Mezun olduğumda üniversite son sınıfta çalıştığım yerde çalışmaya devam etmiştim. Pazarlama departmanındaydım, en çok istediğim yerlerden biriydi; iş açısından mutluydum. Ekibimden memnundum. En sevdiğim arkadaşlarımdan biri, Hakan, tabi öncelikle, Gülce, Eylül ve Fırat en çok görüştüğüm iş arkadaşlarımdı. Zannettiğim gibi sıkıcı olmamıştı iş hayatım.
- Bu akşam hepinizi yemeğe bekliyoruz, Nida’nın kesin talimatı var ona göre.
- Ooo emir büyük yerden desene Hakan’ım, o zaman boynumuz kıldan ince tabi.
- Gülce geliyorsun değil mi?
- Beni affedin bu akşam lütfen, Yağmur’a sözüm var.
- Olsun onu da al gel işte.
- Yok, başka biz zaman Hakan.
- Eylül? Fırat?
- Ben gelebilirim, işim yok bu akşam.
- Ha şöyle Eylül.
- Tamam ben de gelebilirim; ama hamile hamile yormayalım şimdi Nida’yı.
- Yok canım, olur mu öyle şey, kendisi söyledi çağır; gelsinler diye.
Bir şeyleri düzene koyabilmek güzeldi. Sanırım insan özgürlüğünün yanında biraz da huzur arayabiliyor bazen, kim bilir? Hayatımın karşıma çıkardığı tezatları anlama konusunda oldukça beceriksiz bir insan oldum hep. Belki de ayırmaya çalışıyordum her şeyi. Bir insan ya özgürlüğüne düşkündür, ya düzen arar mesela. Ya da ya aşıktır ya değil, ya vardır bir şey ya yoktur. Benim hayatım siyahlardan ve beyazlardan ibaretti, saçma sapan birbirine girmiş renkler lazım değildi bana. Net bir adamdım. Ya doğru, ya yanlış. Belki bu kafamda kurduğum ütopik bir dünyaydı. Kimin umrunda? Her krallık bir gün yıkılır, her kuralın yanıldığı; uymadığı bir gün gelir.
Düşünülerek özenlice verilmiş bir kararın hayatınızın en kötü kararı olduğu bir gün gelir. Hatta öyle bir gündür ki o, aklınızdan bir sayı tutarsınız _ki mutlaka 3 ve 7’dir o, bunu bilerek üstelik_ ona göre karar verirsiniz, birden hayatınız güllük gülistanlık olur.
Sanırım en başta onları reddetsem de karmaşık gri tonlarına alışmaya başlıyorum, varlıklarını kabulleniyorum. Yavaş yavaş hayatımın rayına oturmasının da etkisi var, oturup düşünebiliyorum. Yer yer ne kadar büyük eksikliklerimin olduğunu farkediyorum, telaşlanıyorum. Sanki bir saat sonra hayatının mülakatına gireceğim; ama hiçbir hazırlığım yok gibi hissediyorum bazen. Yine de ne diyelim, idare ediyorum, yuvarlanıp gidiyorum, yaşıyorum işte...
Bir yandan liseden arkadaşlarımla da görüşüyordum, hatta geçen Ortaköy’e nargileye gittik hep beraber Ortaköy Kahvesi’ne.
- Arda uzatsana nargileyi.
- Abi geçen gün okuldan kaçıp play stationa gittiğimiz günleri konuşuyorduk Metin’le. Ne eğleniyorduk ya.
- Bizim eğlenmediğimiz gün yoktu ki, biraz umursamaz olunca eğlenceli bu hayat.
- Ki biz fazlasıyla umursamazdık değil mi Ege?
- Ayıpsın. Asıl ne garip tipler vardı lisede, Goncalar falan.
- Serkan peşimden koşuyor, o yüzden Arda’yla araları bozuk diye dedikodu yayması zaten.
- Bu kızlardan korkulur zaten, bir Oya’mızla Gamze’miz var işte.
- Aman aman Gonca deme bana.
- Ooo sana Nilay’ı mı hatırlatsak asıl?
- He hatırlat, hatırlat aferin Metin.
- Aman boşverin onların kendini göstermeye çalışma ve sonrasında kendini rezil rüsva etme hikayelerinden bize ne artık.
- Arda zaten en çok sana bulaşmışlardı, gerçi Gonca’nın havasını söndüren de sendin.
- E heralde, ne zannettiniz izin verecek halimiz yoktu heralde; almış yanına da kankalarını, Kemal’le Doğukan’ı, bize kafa tutmaya çalışıyorlar. Neyse yıllar öncenin olayı...
- Dedikodu olunca dayanamadınız değil mi? Erkekler bizden daha dedikoducu diye hep söylüyorum ben.
Sağlığa zararlı ne varsa yapıyorum, kabul ediyorum. “Rayına oturtma” olayı sağlığı kapsamıyordu. Gastritim kötü durumdaydı. Annemle yıllardır aynı konuşmaları yapıp duruyoruz zaten:
- Oğlum yazık değil mi ciğerlerine.
- Anne daha n kadar konuşacağız bu konuyu.
- Sen bırakana kadar, şu saçma sapan şeyi. Zaten midenin durumu da malum, iç ki iyice del o mideni emi?
Sporcuydum aslında içmemem gerektiğini ben de biliyordum; bağımlılık işte, içiliyor bir şekilde. Mutluyken, keyifliyken, mutsuzken, muhabbet ediyorken, sinirlenince; her zaman bahaneyi bulurdum ortalıkta sigara varsa.
Babam sert bir adamdı benim, garip bir disiplin anlayışı vardı. 11 – 12 yaşlarındaydım sanırım bir gün durup dururken sigara vermişti bana, al iç diye. E biliyorum ya zararlı olduğunu kabul etmedim, beni deniyor diye düşünüyordum.
- Al iç ulan eşek sıpası, bir şey demeyeceğim.
Neyse ben aldım ağzıma sigarayı, babam çakmağı getirdi yakacak.
- İçine hava çeksene, böyle nasıl yakacağım ben bunu.
Sanki 11 yaşımda çok biliyorum, sigarayı nasıl yakacağımı. E tabi küçüğüm, çektim içime o dumanı. Gözler yaşardı, öksürmeye başladım, bir süre sonra da ağlamaya. Babamın bana sigaranın kötü olduğunu öğretme yoluydu. İşe yaradı mı derseniz, 4-5 sene işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder