31 Temmuz 2010 Cumartesi

9. Bölümün Devamı - III


Zeynep Gökmen Aydın

Hastanede tam üç gün yattım, sanki ameliyat olmuşum ya da çok ağır bir kaza geçirmişim de müşaade altında tutuluyormuşum gibi. Yüzümde hala yara izleri vardı. İşe gitmek için her gün kalktığımdan bir saat önce kalkıyor; makyaj yapıyordum. Biri farkedecek de soracak diye ödüm kopuyordu. “Zeynep Gökmen! Dayak mı yemiş, aa nasıl olur?” Alp’le aynı yatakta yatmıyordum, aynı odada bile bulunmuyordum, konuşmuyorduk. Sadece güç topluyordum, iş yerinde her gün internette dayak yiyen kadınların itiraflarını okuyordum. Kendime bu durumda olanın sadece ben olmadığımı anlatmaya çalışıyordum.

Bir buçuk ay kadar sonraydı sanırım hastaneden çıktıktan, çok önemli bir toplantım vardı; bir şirkete yeni tasarımlarımız hakkında sunum yapmaya gidecektim. Tuvalette bir saate yakın makyajımı tazeledim, izlerin çoğu geçmişti; ufak tefek izler duruyordu sadece, seviniyordum. Oturup ne yapacağımı düşüneceğime izler geçiyor diye seviniyordum.

İşte o toplantı hikayenin azıcık başa döndüğü an oldu. Arda da orada çalışıyordu, bu kadar da tesadüf olmaz değil mi? Senelerdir görüşmemiştim Arda’yla, düğünüme bile çağırmamıştım, evlendiğimi bile bilmiyormuş üstelik. Söylemedim de, yüzüğümü çıkarmıştım zaten giderken. Lafı geçmedi, söylemedim Arda’ya evli olduğumu. Kendi aklımca Alp’i mi cezalandırıyordum, bilmiyorum. Öğlen yemeğe çıktık Arda’yla, sonraki öğlen ve daha sonraki öğlen. Alp sormuyordu nereye gittiğimi, soramazdı da; seziyordu, başka biri olduğunu seziyordu; tek kelime edemiyordu. Olduğu yerde öyle meraktan ve beni kaybedeceği günün yaklaştığını hissettiğinden kıvranıyordu. Hoşuma gitmiyor değildi, intikam gibi oluyordu. Belki de onun yanında o yüzden duruyordum, daha savunmasız bir halini bekliyordum gitmek için. Şimdi zaten bekliyordu; ama ben safca “Bu kadın beni bırakamayacak, seviyor beni.” dediği an, bana birazcık güvendiği, kendini biraz seviliyormuş gibi hissettiği an gidecektim. Şimdi gitmemden daha fazla acı verebilecekken daha azına razı olmamın imkanı yoktu. Alp’i aldatıyor olmamın verdiği hazzı hiç saymıyorum bile.

2 hafta boyunca her gün Arda’yla yemeğe çıktık, bazen de iş çıkışı bir şeyler içmeye gidiyorduk, ona gittiğimiz oluyordu, bazen gece kaldığım ya da. Lafı geçmedi, söylemedim evli olduğumu, zaten evli de sayılmazdım değil mi? Yalan da sayılmazdı, bekarım deseydim de.

- Yıllar önceydi Zeynep, çok güzeldi, niye koptuk?

- Bilmiyorum, öyle olması gerekiyordu belki de.

- Sence bir şeylerin değerini şimdi bilebilir miyiz?

- Ne gibi?

- Çalan şarkıya bak ne kadar eski, hala çok güzel... “Seni sevmeye hüküm giydim.” Dans edelim mi?

- Tamam, edelim.

- “Bir sürü haller içinde halim.”

- Seni sevmeye hüküm giydim Alp

- Efendim?

- Alp dedin?

- Hayır demedim, Alp kim ki?

- Bana öyle geldi sanırım.

- Şişşşşt... Sus, dans et...

O gece hayatımın en güzel gecesi olmaya adaydı. Arda’yla beraberdim sonunda. Küçük bir ayrıntı dışında. Tamam pek de küçük değil aslında:

- Biiir sürü haller içinde haaaliiiim!!!

- Oooo Zeynep hanım çok mutlusunuz bu gece, nereden geliyorsunuz gecenin bu saatinde.

- ...

- Sana bir soru sordum Zeynep! Bu saatte nereden geliyorsun? Zaten iki haftadır eve gelmediğin bile oluyor! Neredesin, nerede, kiminle geçiriyorsun geceyi!

- Alp lütfen, uyumak istiyorum; yorgunum.

- Zeynep! Sen benim karımsın, bu kadar bağımsız hareket edebileceğini mi zannediyorsun.

- Bitti Alp! O gece bitmişti, bitti!

- Hiçbir şey bitmedi, duyuyor musun beni, hiçbir şey bitmedi! Ben söylemeden bitebileceğini mi zannediyorsun?

Bir sefer oldu mu devamı gelir. İlk anlattığımda boğazınıza bir şeyler düğümlenmiş olmalı. Bu ondan kötüydü, siz hayal edin; fazla ayrıntılı anlatmayacağım. Üst kat komşumuz polise haber vermeseydi bu hikayeleri hiç öğrenemeyebilirdiniz. Kocasının dayaktan öldürdüğü şiddet mağduru kadın olarak gazetelere çıkabilirdim. Arda da evli olduğumu oradan öğrenirdi ve bana kızamazdı. Daha mı iyi olurdu... Belki...

Sonrası yine hastane, yine o iğrenç bakışlar, yine acizlik, eksiklik... Anneme haber vermiştim tabi bu sefer.

- Zeynep kızım!

- Anne sakin ol!

- Ne sakini, elleri kırılasıca! Ne hale getirmiş seni!

En azından artık Alp’e değil; anneme muhtaçtım. Bu bile sevinebileceğim bir şeydi. Arda beni defalarca aramıştı o geceden sonra, telefona çıkacak gücü bulamadım tabi kendimde. Hastanede kaldığım 3. gündü ki annem içinde biriktirdiği bütün acıyı, o arada arayan Arda’yla paylaşmıştı ve işe o gün tam olarak Arda’nın benim evli olduğumu öğrendiği gün oluyordu. Kocasından dayak yediği için eski bir arkadaşına sığınan ve yasak bir ilişkiye başlamanın heyecanını yaşayan çaresiz bir kadın! Çaresiz demiyordur tabi, bana acıdığını pek düşünmüyorum. Daha kötüsü de olamazdı herhalde. Belki de haklıydı, gerçekten onun düşündüğü kişiydim. Ertesi gün hastaneye geldi Arda, annem de eve gitmişti dinlenmeye; yalnızdım. Zaten öyle olmam gerekiyordu, tek başıma olduğum kişiyle başa çıkmak zorundaydım.

- Arda?

- Geçmiş olsun Zeynep...

- Çiçekler çok güzel teşekkür ederim, beyaz gülleri sevdiğimi unutmamışsın.

- Evli olduğunu söylememiştin.

- Söyleyemedim, yani Arda lütfen...

- Lütfen derken?

- Öyle suçlar gibi bakma bana n’olur.

- Nasıl bakmamı tercih ederdin? Saf, ne desen inanacak ya da kocana kızıp da ondan intikam almak için sığındığın liman... Ne olmamı tercih ederdin?

- Arda lütfen. Düşündüğün gibi değil, bu bir anlık bir şey değil.

- Alp değil mi adı?

- ...

- “Seni sevmeye hüküm giydim Alp...”

- Arda, hayır... Otur biraz konuşalım, olmaz mı?

- Sana acı vermeyi o kadar istiyorum ki şu an Zeynep, canını acıtacak bir şeyler söylemeyi; ama yapmayacağım bunu, yine de inan kendimi zor tutuyorum.

- Bir daha...

- Bir daha mı, öyle bir şey yok. Hoşçakal, lafın gelişi yani...

Küfretsen daha iyiydi Arda! Aşağılasan daha iyiydi... Hayatımın aşkını bulduğumu sandığım an neredeyse ölüyordum ve sonrasında yalnızlık... Yalnızlık... Bu nasıl bir dünya?

Arda’nın haklı olmasından korkuyordum en çok, Alp artık eskisi gibi değildi ve karşıma aramızda büyük bir yaşanmamışlık olan ilk aşkım çıkmıştı. Beni çekip çıkarabilecek gibi duruyordu ve ben bu kadar büyük bir şeyi elde etmişken, bu sefer kurtulmama ramak kalmışken evli olduğum gibi bir ayrıntıyı nasıl söyleyebilirdim?

Arda’ya olan sevgimden daha kuvvetliydi çünkü kurtulma isteğim. Olmak istemediğim yerden kendi başıma çıkamıyordum ve beni o çıkarabilirdi. Doğru taşları haraket ettirirsem tahtanın sonuna kadar gidebilir ve bu lanet piyonu vezire dönüştürebilirdim. Sadece hiçbir satranç kuralına uymayan istediği gibi haraket edebilen Alp’in çıkıp gitmesi gerekiyordu ve Arda bunu neden yapamayacaktı ki...

Yapardı... Arda o an ne desem yapardı, biliyordum. Hatta belki... Neyse...


“Senden hızla kendime kaçarkeni geçmişi bulurum sensizlikte
Gördüğüm şeyler, susturduğum yürekler; karşıma çıktılar birer, birer.
Nice gönül çaldım, cevap vermiyor. yine dondum kaldım içim sıkılıyor.
Gitme şarap açtım, votka da var istersen
Sevdiğim şarkı çalıyor, eğer dinlersen

Bana olan zaafın nefrete dönüşmüş, alıştığın zaten bir şey olmamış.
Oyunlar bitmiş, sözler söylenmiş. gitmen lazım zaten sigaran bitmiş"

Bir sürü fon müziği oldu haytımın, şu an fon olmaktan öte öyle bir başrol ki beynime kazıyıp duruyor Pamela Spence. Tabi Arda’nın nefretini asıl hissettiğim zaman o zaman değildi. Şu an çok daha fazla hissediyorum, hatta içimden bir ses ilerde daha fazlası olacak diyor.

“Bana olan zaafın nefrete dönüşmüş”

Hikayenin iyi kahramanı zannettiniz öyle değil mi beni? Türk dizilerinde çok var ya hani bunlardan, mıy mıy cici kız, öpüşmez, sevişmez, yalan söylemez. Ben onlardan falan değilim, hiçbir zaman da olmadım. Bunları bana hak verin, şak şakçılık yapın diye de anlatmıyorum, tarafımı tutmanıza gerek yok. Zaten bu hikayede iyi kahraman da yok. Ne gerekirse Arda’yı bile kullanabilecek olan ben, ne hırslarıyla herkesi harcayabilecek olan Arda, ne şiddet eğilimli Alp, ne içinde babam için her şeyi bırakmış olmanın verdiği pişmanlık olan annem, ne oğlunu bırakıp gitmiş Nazım baba, ne de Sevda anne. Biraz kaba tabirle hepimiz aynı bokun lacivertiyiz. Olmak istemeyin zaten hiçbirimiz, hiçbirimizin yerine koymayın kendinizi.. Tamamen gereksiz, sevmenize gerek yok ki bizi. Sanki çevrenizdeki herkesi koşulsuz sevebilmeyi becermiş gibi...

Oyun oynamayalım, hiçbirimiz bembeyaz kıyafetlerimizi giyinmiş melek gibi salınmıyoruz ortalarda, yanılıyor muyum?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails