31 Temmuz 2010 Cumartesi

9. Bölümün Devamı - II



Alp Aydın

Hastaneye gittiğimizde herkes biliyordu, herkes bunu ona benim yaptığımı biliyordu. Onların bana pislikmişim gibi bakması beni deli ediyordu; çünkü bunları hakkettiğimi biliyordum. İçimden neler geçiyordu aslında “Hmmm bu yaralar nasıl olmuş böyle?” diyen doktorun bir an önce gitmesi için yalvarıyordum, yoksa elimden bir kaza çıkması işten değildi.

Saldırıya uğradığını söyledim, yüzüme baktılar. İnanmadılar... Bir seri katilin bakışlarını gördüler belki de gözlerimde, elimdeki çakmağı sürekli yakıp durmamdan ya da. İdam mahkumu nasıl bekler, vursunlar diye ayağını bastığı sandalyeye ben de öyle bekliyordum. Tek bir tekme...Boynumda o şiddetli ağrıyı duyacağım, şuurum kapanacak, yüzüm moraracak, vücudum istemsizce çırpınacak, ardından nefesim ve kalp atışlarım duracak... ve bitecek. Zeynep iyileşecek ve çekip gidecek. Hayatımın en güzel yanı gidecek ve beni o canavarla başbaşa bırakacak. “Gitme” demek isterdim ona. “Bırakma beni”. En çok da içimdeki o şey bekliyordu bunu, eminim dört gözle yalnız kalmamı, dayanacak noktamın kalmamasını bekliyordu. Camdan aşağı atacaktı herhalde beni ya da yumruğunu geçirip kırdığı camın parçalarını boğazıma sokacaktı şah damarımı patlatana kadar; ama o zamana kadar, Zeynep iyileşene kadar yaşamam gerekiyordu.

Onu en çok neyin acıttığını biliyorum: Bana mecbur olması. Kimseye söyleyemiyordu, kimseyi üzmek istemiyordu hâlâ. Ona bakabilecek bir tek ben vardım çevresinde. Çaresiz yanıma geliyordu, bana sokuluyordu. Tek kelime konuşmuyordu benimle, bazen yüzüme öylece bakıyordu. Belki görmeye çalışıyordu, sevdiği Alp neredeydi? O sevdiği Alp var ya aklını kaçırmak üzereydi. Senelerdir içinde biriktirdiği, bastırdığı her şey öyle çok sıçramıştı ki üstüne; eziliyordu altında. Kemiklerim kırılıyordu bu kadar basıncın altında, tuzla buz oluyordu. Üzerimdeki vıcık vıcık çamur tabakası kalbime baskı yapıyordu ve beni uyuşturuyordu.

Bazen sadece dışarı çıkıp koşmak istiyordum ki bütün sesleri duyamayacak hale geleyim. İstiyordum ki hiç güneş açmasın, hava hep yaz yağmuru sonrası gibi kasvetli; ama sıcak olsun ve ben kendimi hissedemeyene kadar koşup bu şarkıyı söyleyeyim:

“But you're not gonna crack
No you're never gonna crack

Run my baby run my baby run
Run from the noise of the street and the loaded gun
Too late for solutions to solve in the setting sun
So run my baby run my baby run”

Hastaneden çıktıktan hemen sonra bırakmadı Zeynep beni, şaşırıyordum. Nasıl cesaret edebiliyordu yanımda kalmaya? Ben bile ona yaklaşmaya bu kadar korkarken o nasıl duruyordu. Belki de toparlanmaya çalışıyordu ya da beni kurtarabileceğine inanmak istiyordu. Bir ışık arıyordu, gözlerimin parlamasını bekliyordu. Parlamazdı ki artık. Bir çeşit katildim ben, hayatınızda görebileceğiniz en soğukkanlı katillerden. Tetiği çekerken elim titrememişti bile, mermi delip geçmişti onu. Talan etmişti.
Aynı yatakta yatmıyorduk artık, aşık olduğum kadına dokunamıyordum bile. Tek kelimelik cevaplar veriyordu sorduğum sorulara onun dışında konuşmuyordu. Yıllık izninin bir haftasını daha kullandı. Saldırıya uğradım diyebilirdi aslında; ama korkuyordu sanırım. Biri şüphelenir diye gururundan yapamıyordu, itiraf edemiyordu. Bütün gün evde oturmasına rağmen sabahları saatlerce uğraşıp makyaj yapıyor, yara izlerini kapatıyordu. Eskisi gibi görünmek istiyordu, belki de aynaya baktığında eski halini görebilirse olanları yaşanmamış gibi kabul edebileceğini sanıyordu. Nasıl umutsuz bir durumdu bu, katiliyle aynı çatı altında olmak zorunda hissediyordu belli ki kendini.

- Yüzüne sürdüklerin yüzünden yaraların geç iyileşebilir, izi kalabilir.
- Kalsın.
- ...
- ...
- Ben değildim o.
- ...
- Yani seni bu hale getiren, ben değildim.
- ...
- Sen de değildin. Bir başkasıydı sanki. İçimden bir başkası birilerinden intikam alıyordu. Kimim ben! Tanrım, deliriyor muyum? Belki de psikolojik tedaviye ihtiyacım var.
- Belki.

İlk defa bir şeyler söylemeye cesaret edebilmiştim. O da bir şeyler söyleseydi eğer, onun için tedavi olabileceğimi söyleyecektim. Ona ihtiyacım olduğunu anlatacaktım, “Kurtar beni.” diyecektim. Çok boşluk vardı konuşmalarımızda, hemen hemen hepsi üç noktalarla doluydu söyleyebilirdim. Söylemeye yüzüm olsaydı, belki birazcık gücüm olsaydı...

“Çok fenayım bu ara
Dokunsan ağlayacağım
Hüngür hüngür, şeffafkelime etmeden
Sakin sakin...
Ordan öylece bakacaksın belki de sen de
O kadar keskin gözükecek ki her şey
Dokunmaya korkacaksın
Öylece duracaksın
Zaten dokunsan daha çok ağlarım

Suçluluk psikolojisi de buna
Seri katil takıntısı ya da
Ne dersen farketmez, canımı yakıyor
İnadına su yüzünde kalmaya çalışmak

Boğazımı acıtıyor
Ve
Ve hiç bu kadar tozlu bir hayat görmemiştim
Bu kadar pürüzlü
Rahatsızlık verici

Canım acıyor
Dokunsan ağlayacağım
Öylece duruyorum

Gecenin iğrenç, bunaltıcı bu hali
Tik tak, tik tak

Oysa bilsen ki tek bir cevabın mutlu eder belki beni
Biraz daha farklı olurdu kim bilir
Ama biliyorum ki
Çok keskin olacak her şey
Kanırtacak, kanatacak
Dokunmaya korkacaksın
Öyle duracak
Geçecek, gidecek

Nefel al, nefes al...
Lanet olsun nefes al...
Öldüm ben...”


İşin kötüsü gideceğini de söylemiyordu, tamam zaten yanımda değildi; çoktan gitmişti benden, yine de gitmiyordu tamamen. Eşyalarını toplayıp bir otele yerleşebilirdi, hatta bir ev bile tutabilirdi kendine. İlla annesine, arkadaşlarına olanları anlatmak zorunda değildi. Gitmemişti, hâlâ evindeydi. Diyordum bazen yoksa hala sevdiğinden mi gitmiyor, benden vaz geçemiyor mu? Öylece gitmek, beni bırakmak istemiyor mu? İyileşebileceğime inanıyor mu?
Kimi kandırıyordum? Zayıf olduğu için gitmiyordu, gitmiyor da değil yerinden kalkıp gidemiyordu. Aciz görüyordu herhalde kendini, kalkarsa yerinden çıkar giderse düşer, kalır bir yerde diye korkuyordu. Kendine bile karşı koyamaz içi çürür gider diye korkuyordu. Oysa kendisi için en tehlikeli yerde duruyordu, hiçbir arka, tenha sokak benim yanım kadar kötü değildi. Asıl korkması gereken yer benim yanımdı.
Bir hafta kadar sonra işe başladı yeniden. Her gün rutin haline gelmişti, yaralarını makyajla kapatmak. Biraz daha iyi gözüküyordu Morluklarının rengi bir ton daha açıldığında ve bir ton daha, bir ton daha gitme vaktinin yaklaştığını hissediyordum.
- Kimdin?
- Efendim Zeynep, kim kimdi?
- Ben değildim demiştin, kimdin?
- Annemdim.
- Ben kimdim?
- ...
- Neden?
- Keşke her şeyi anlatabilseydim çok önceleri, gömdüğüm yerlerden çıkarıp da.
- Keşke...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails