Alp’le yakınlaşmaya başladığımız sıralarda Ajda’yla da yakın arkadaş olmaya başladık. Aslında ne yalan söyleyeyim ben Ajda’dan tam tersi bir tepki bekliyordum, karşı çıkmasını, bana kızmasını, Alp’i benden uzak durması için ikna etmesini; çünkü ben her ne kadar kabul etmek istemesem de Alp’in bana karşı olan ilgisini kullanmaktan başka bir şey değildi yaptığım. Ajda benden neden nefret etmiyordu bilemiyorum.
İTÜ Maçka Kampüsü’yle ulaşımımız çok rahat zaten teleferikle birkaç dakika. Ajda öğle yemeğinde, ders aralarında sürekli Taşkışla’ya geliyordu. Acaba Alp’i korumaya mı çalışıyor diyordum içimden. Ters tepmemesi için yavaş yavaş Alp’i benden uzaklaştırmaya mı çalışıyordu? Öğrenmeye çalışıyordum bazen, ağzını arıyordum Ajda’nın. Daha fazla beklememe gerek kalmadan bir gün orta bahçede otururken bu konu açıldı:
- Zeynep.
- Efendim canım?
- Seninle bir şey konuşmak istiyorum.
- Tabi, dinliyorum.
- Alp’le aranızdaki ilişki... Yani isimlendiremiyorum, isimlendirilebilecek bir şey değil bunu sen de biliyorsun. Tek bildiğim garip bir şekilde birbirinize iyi geldiğiniz. Gülay bile Alp için o kadar önemli değil; gördüğüm kadarıyla Nihat da senin için değil. Yani seviyorsunuz onları tamam belki aşık bile olabilirsiniz; ama birbirinize karşı çok ilginç yerlerde duruyorsunuz. Hassas yerlerde... Sadece dikkatli olun, bunu Alp’e de söyledim. Gelecekte neler olur bilemeyiz; ama bugünümüzü güzel kılabiliriz. Size karşı çıkmak gibi bir niyetim yok. Hem kim oluyorum da size karşı çıkabiliyorum?
- Öyle deme Ajda, ikimiz de seni çok seviyoruz. Söylediklerine gelince, oldukça kafam karışık. İnsanları şu an hayatıma yerleştirmekte zorluk çekiyorum. Keşke daha basit olsa, emin olabilsem. Ne hissettiğimi bilsem...
- Bu o kadar kolay değil çünkü Zeynep. Aşkın bir tarifi yok ki malzemeleri harfiyen koyup fırının başında kek gibi kabarmasını bekleyesin. Fırını 45 dakikaya ayarlamak kadar kolay değil. Zamanı gelince o sizi bulacak ya da layık değilseniz bulmayacak. Sadece beklemek en iyisi Zeynepciğim. Tek yapacağınız birbirinizi kırmadan, dökmeden devam etmek...
Ajda’yı seviyordum zaten; ama böyle merhametli yanını ilk defa gösteriyordu. Bu konuşmadan sonra daha da yakın arkadaş olduk. Farkettim ki Alp de o da çok iyi insanlar, onlar beni hiç yargılamamışlardı bense hep önyargıyla yaklaştım ikisine. Bu olanlar bana bunu öğretmişti işte, ilk izlenimlere göre hareket etmek insana hatta çok şey kaybettirebiliyor. Şükrediyordum yine de ben, kaybetmemiştim... Henüz...
***
Mezuniyetten sonra herkesi bir iş bulma telaşı sardı. İstanbul kalabalık bir şehir, ekonomi de malum; bu yüzden bir sürü arkadaşım hiç istemedikleri yerlerde çalışmak zorunda kaldılar. Yine de sevdikleri meslekleri yapıyorlardı, bu da avunulacak bir şeydi. Ezgi tıp fakültesinde olduğundan 2 sene sonra mezun oldu tabi bizden. Hatta şimdi plastik ve rekonstrüktif cerrahi üzerine yüksek lisans yapıyor. Berk’le ayrıldılar 2 sene önce, sanırım Ezgi hayatının dengelerini değiştirdi biraz. Babasını kaybetti üçüncü sınıftayken. Çok iyi bildiğim duygular bunlar... İnsanın öncelikleri, beklentileri, hayatı değişiyor. Hastalıklı bakıyorsun hayata artık. Ölüm insanın içinde garip bir iz bırakıyor, kiminin hayatını olumlu yönde değiştiriyor; kimi düzeltemiyor hiçbir şeyi öyle düşe kalka devam etmek zorunda kalıyor. Belki doğru belki de yanlış bilmiyorum; ama ayrıldılar işte. Berk benden bir sene sonra mezun oldu, hazırlık okuduğundan üniversitede. Otomobil üretimi üzerine çalışan bir firmada çalışmaya başladı. Senelerdir de orada çalışıyor hatta. Sinan hazırlık okuyup üstüne de okulu uzatınca Ezgi’yle aynı sene mezun oldu, çok dalga geçtik tabi bu yüzden onunla. Yüksek lisans da yaptı sonra 2 sene. Sonra askerlik falan derken yeni başladı çalışmaya.
- Ooo sen geç atıldın oğlum hayata, nasıl evleneceksin İrem’le?
- Durun bakalım daha, benim hayatımı yaşama zamanım ne evliliği?
Ajda bir firmada pazarlama müdürü, yine çalıştığı yerden de bir sevgilisi var Tamer. Üstelik genel müdürü.
- Ajda kaptın sen genel müdürü, darısı bizim başımıza.
- Demeyin öyle, utanıyorum bakın.
Arda ikinci sefer girdi üniversite sınavlarına ve Boğaziçi Üniversitesi endüstri mühendisliğinden mezun oldu. Tabi o da hem 2. sefer girip hem de hazırlık okuduğundan geç mezun oldu. Onu ayrıca anlatacağım, işlerin rengi biraz değişti çünkü.
Alp’le ortak firmalarda çalışmaya başladık. Daha sık görüşebiliyorduk bu sayede, iyi oluyordu.Taksim’de olduğumuzdan ikimizde arada Makarnacı’ya, Limonlu Bahçe’ye falan gidiyorduk. Bize göre biraz gençlerin gittiği mekanlar olmuştu oralar; ama biz yine de vazgeçemiyorduk. Gençliğimizde, geçmişimizde gizliydik çünkü ikimiz de. İlişkimiz çok iyi gidiyordu, hani derler ya bulutların üzerindeydim diye. 22 yaşında bir kadın olarak bulutların üzerindeydim, liseli kızlar gibiydim.
Feray bir reklam şirketinde çalışmaya başlamıştı, hiç değişmedi üniversite boyunca. Hâlâ cıvıl cıvıldı, yine reklamcılıktan kendisinden 3 yaş büyük bir sevgilisi vardı; Gökhan. 3 sene önce mezun olmuştu tabi o bizden, hayatını kurmuştu.
Sıkı durun: Evet, ilk evlenenimiz Feray oldu... Yeni mezun olmuştuk ve arkadaş grubumuzdan birisi evleniyordu. Çok garip bir histi, bu kadar büyüyebileceğimizi hayal etmiyorduk, sonuçta evlilik büyük bir değişiklikti.
Feray’ın düğünü muhteşemdi. Gökhan’ın ailesi İstanbul’un zengin ailelerinden biriydi zaten. Çırağan Sarayı’nda yaptılar düğünü. Feray Paris’ten aldığı dantelli gelinliğiyle harika görünüyordu. Hoşuma gitmişti, hani eskiler derler ya her genç kızın hayali diye. Ne artık kadınların çalışıyor olması, ne sosyal durumlarının değişmiş olması, ne de ekonomik özgürlükler... Bunların hiçbiri şu gelinlik tutkusunu tamamen öldüremiyor, bunu gördüm ben. Feray’a bakıp kendimi onun yerinde hayal ettim, kuğu gibi, gecenin yıldızı... Yanımda Alp olacaktı tabiki, şu ana kadar Alp’in hayata bakışaçısından bahsetmekten dış görünüşünü hiç anlatmadığımı farkettim ve gerçekten şaşırdım. Tanıştığımızda öyle değildi tabi yani lisede; ama sonradan dış görünüşü çok değişti. Alp’le bir ortama girdiğimizde hemen bakışlar bize dönüyordu. Kadınlar bana kıskançlıkla bakıyorlardı. Uzun boylu, esmer ve yakışıklıydı çünkü, ve gülüşü çok güzeldi. O muzip gülüşü beni cezbetmişti. Tanrım! Neler anlatıyorum böyle... Neyse Feray’ın düğününe döneyim.
Bütün ünlü zengin aileler oradaydı, herkes inanılmaz şık ve etkileyiciydi. Sürekli flaşlar patlıyordu ve o geceki fotoğraflarda Alp’le kolkola gözükmek çok hoşuma gitmişti. Onun da beni “benim” diye sahiplenmesi hoşuma gidiyordu. Günümüz metropol kadınına göre çok mu ilkel kalıyor bu düşünceler... Öyle... Ne yapayım? Seviyordum Alp’e ait olmayı, onun benim olmasını.
Ne yapıyorum ben böyle? Hep Alp’i anlattım; gerçekten de o zaman böyleydim. Hayatım Alp’le doluydu.
Feray’ın çiçeğini o gece ben tutmuştum. Alp bana bakmıştı ve o an kıpkırmızı olduğumu hissetmiştim. Evlilik delisi evde kalmış kızlar gibi bir durumdu bu.
Feray’dan 2 sene sonra Ajda evlendi, çiçek işe yaramamıştı anlaşılan, Tamer’le. Tamer kendisinden 15 yaş büyüktü aslında, o yüzden Ajda’nın onunla evlenmesini istemedik hiç. 15 yaş fazla gibiydi, hepimize öyle geliyordu. Bunda Tamer’in daha önce evlenmiş olmasının da payı büyüktü ve bir kızının olmasının da. 2 sene evli kalmış ve 14 yaşında bir kızı vardı, Ece. Ajda iyi bir kızdı; ama ilk izlenimi hemen hemen herkeste aynıydı. Ajda’yı sevmek zordu ve Ece de açık bir şekilde Ajda’yı sevmiyordu. Ece’ye göre Ajda annesi ve babası arasındaki tek sorundu. Bu yüzden de belki de Ajda’ya asla alışamayacaktı. Tamer’in kızı ve Ajda arasında seçim yapmayacağı da oldukça aşikardı. İşte bu yüzden hiçbirimiz istemedik şu meşhur genel müdürü.
Ajda’yla ilk defa kavga ettim hatta sırf bu yüzden. Ne yazık ki Feray’ın düğünü gibi olmadı Ajda’nınki. Ajda bu küslüğü unutmak için hepimize davetiye yollamıştı; sırf bu yüzden gittik tam takım. Yine de keyifli değildik, bir görevi yerine getiriyor gibiydik. Şimdi olsa Ajda’yı kırmamak için elimden geleni yapardım; çünkü o zaman bilmediğimiz bir şey vardı. Birkaç aylık gerginlikten sonra Ajda’nın ne kadar iyi bir insan olduğunu Ece de farkedecekti. Ondan sonra Ajda da bir şey farkedecekti; Tamer’in ne kadar iyi bir insan olduğunu. Bu kadar mutlu olacaklarını hiçbirimiz tahmin edememiştik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder