Alp’in annesi Sevda Hanım’la iyi geçinmek oldukça zordu. Özellikle de evimi dekore ederken Alp’ten başkasına hiçbir şey sormamış olmam, yardım kabul etmemem ona zor geliyordu. Alp’in lise zamanlarında içine kapanık oluşuna şaşmıyordum. Sevda Hanım oldukça kontrolcü biriydi, işleri organize etmek istiyordu; ama kendi düğünüm için bunu ona bırakacak değildim. Çok işim olmasına rağmen her şeyi ben ayarlamak istiyordum. Mesela düğün için aklımda kır düğünü vardı. Daha dinamik, daha genç işi geliyordu bana, böyle ferah sonra. Bunu daha sonra Alp’e söylediğimde o da onayladı, “Gidip görüşelim.” dedi. Sevda Hanım ise daha orijinal bir düğün düşünüyormuş meğerse bizim için. Sanırımı Sevda Hanım’dan biraz bahsetmeliyim önce.
Klasik Türk annelerinden falan değil öncelikle söyleyeyim. Geleneksel bir tip değil, yaşına göre marjinal, gösterişli sayılabilir hatta. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykeltıraşlık bölümünden mezun. Hep bir sanat çevresi içerisinde, entelektüel. Her konuda bilgisi olan, inanılmaz güzel bir kadın; aynı zamanda dominant bir karakter, mükemmeliyetçi. Beni oğluna layık görmeyeceği konusunda oldukça emindim zaten. Bir de şans eseri, Alp’le ilişkimizin ,yani adı konulmamış zamanlarımızdan bahsediyorum, karmaşıklığını öğrenince bana daha da bir farklı gözle bakar oldu. Onun gözünde Alp’le önceleri gönül eğlendiren kızdım. Şimdi sonuç ne olursa olsun, o zaman oğluyla dalga geçtiğimi düşünüyordu ve bu önyargısını kırmam imkansızdı. Ben de sadece uyumlu davranmaya, fazla sesimi çıkarmamaya çalışıyordum. Elbet birgün alışacaktı, Alp’in yanında beni görmeye, evliliğimize. Alp sabretmeme değerdi.
Yine de sınırlarımı zorluyordu. Onun hayalindeki düğün, yani benim düğünümden bahsediyorum, gösterişli; ama kesinlikle orijinaldi. Kır düğünü onun için fazlasıyla basitti. Gösterişli bir teknede yapılacak düğünü tercih ederdi. Tabi ben değil. Bu durumda Sevda Hanım’la asla kazanamayacağım bir savaşa girmenin anlamı olmadığından, hızlı davranmak zorundaydım. Her şeyi ondan önce yapmak zorundaydım. Sırf bu yüzden normalde adetim olmadığı halde bir ajanda edindim ve her saat ne yapacağımı planladım. Yoksa tüm organizasyonun ve iş hayatımın tepeme yıkılması işten değildi. O yüzden hayat disiplinimi sınava tabi tutan bir dönemden geçtim diyebilirim inanın.
Alp’in babasından hiç bahsetmediğimi farkettim şimdi, Nazım Baba’m. Sevda Hanım’a bu kadar meseafeli yaklaşırken Nazım Baba deyişim sizi şaşırtmış olabilir. Alp’in annesi ve babası ayrılmışlar bundan 12 sene önce_ neden şaşırmadım acaba?_ Sevda Hanım ne kadar kontrolcü, soğuk ve marjinalse Nazım Baba o kadar yumuşak, sıcak, hayatın içinden biriydi. Babam gibi görmeye başlamıştım hatta onu:
- Alp’i çok seviyorsun anladığım kadarıyla Zeynep’ciğim.
- Evet, yani belki Sevda Hanım anlatmıştır size... Biraz farklı bir ilişkiydi en başında. Alp de ben de kafa karışıklıkları yaşıyorduk; ama şimdi her şey berrak, suyun dibini görebiliyorum.
- Tatlım, bu şairane tarzına bayılıyorum öncelikle... Suyun dibini görmek... Hiçbir zaman tamamen göremezsin, birazcık risk almak zorundasın; değeceğine inanıyorum. İkinizin de gözleri parlıyor çünkü, çok mutlu olacağınıza inanıyorum.
- Nazım Baba, bunlar çok güzel dilekler; umarım gerçekleşirler.
- Baba mı? Kızım biliyor musun, Alp bile bana baba demiyor; hiç demedi... Sevda’yla ayrılığımızdan hep beni suçladı, aile olabileceğimizi düşünüyordu ve bundaki tek engeli de benim çıkardığıma inanıyordu. Hiç anlatamadım, hiç açıklayamadım; belki de o görmemeyi seçti, bilemiyorum. Şimdi Alp’in en mutlu günü yaklaşıyor ve o bana benzemekten korkuyor, bunu hissedebiliyorum. “Ya babam gibi olursam da yürütemezsem” diyor. Öyle bile demiyor hatta “Ya o adam gibi olursam...” diyor. Bu beni çok yaralıyor aslında, göstermiyorum, en azından göstermemeye çalışıyorum; ama çok yaralıyor. Hiçbir zaman Sevda’yla Alp’in arasına girmedim; çünkü Alp bensiz büyüyebilirdi; ama annesinin ona vereceklerini ben asla veremezdim. Yine de Alp’in çevresinde olmak için elimden geleni yaptım. O günden güne benden uzaklaştı; ben pervane gibi çevresinde dolandım. Günün birinde de tamamen koptu benden. Belki annesinin bu hali için beni suçluyor, ondan ayrıldığım için Sevda’nın böyle biri olduğunu düşünüyor.
- Bu konuda bana hiçbir şey anlatmadı, sandığınız kadar suçladığını sanmıyorum sizi.
- Ben Sevda’yı çok sevdim kızım. Tek hatam onun değişeceğine inanmaktı, baskıcı tavırlarının değişeceğine inanmaktı. Bir erkek hele de bizim ülkemizde bizim kültürümüzde bir erkeğin bu kadar kontrolcü bir kadınla evli kalması zordur; anlıyorsun değil mi beni?
- Anlıyorum Nazım Baba, çok iyi anlıyorum.
- Oysa Sevda her zaman kırabileceği kalıplar arıyordu. Ne olursa olsun kızım, kırmak dökmek değildir çözüm. Kapılar anahtarlarla da açılır, omuz atılarak da. Hiç unutma ki seni içerde bekleyen zili çalmanı bekler; sana “Kim o?” diye sormak ister ve sonra kendi rızasıyla, kendi sevgisini sana sunarak o kapıyı sana açmayı ister. İçeri girmenin her türlü yolu vardır kızım, birinin ruhuna, kalbine girmenin binbir türlü yolu vardır; ama önemli olan orada mutlu olabilmektir, oraya nasıl girdiğini; senin gücünü kimse sorgulamaz ilerde. Sadece sen sorarsın kendine “Mutlu muyum?” diye, o sorar...
- Bunları hiç düşünmemiştim ben Nazım Baba... Baba diyorum; çünkü sizi öyle görmeye başladım ben.
- Babanı çok özlüyor olmalısın küçüğüm...
- Evet, düğünümü göremeyecek olması beni çok üzüyor.
- Göremeyecek olduğunu kim söyledi sana kızım?
- Görür mü dersiniz?
- Davet edersen onu da düğününe pekala görür...
***
Düğün gecesi...Gerçekten de gecenin yıldızı gibi hissediyordum kendimi. Saçlarım omuzlarıma dökülüyordu; gözlerimi her kırpıştırdığımda gümüş rengi simlerimle gözlerimin ışıltısı birbirine karışıyordu. Harika bir gelinliğim vardı; straples, belime oturan, upuzun kuyruklu, göğüs kısmı taşlarla süslü... Boynumda anneciğimin hediyesi nefis bir gerganlık ve onun küpeleri de kulağımda...
En güzeli de... Tüm bunların en güzeli de...Kolumda Alp’im...
Bu bir masal olmalıydı...
Durun bir dakika, anlatırken bile kaptırdım kendimi. Bu bir masal değil; kendinizi kandırmayın. İyi şeyler olmayacak, şimdiden uyarmalıyım... Hazırlıklı olun, bu bir pembe dizi ya da onun gibi saçma sapan bir şey...
Yine de gecenin en güzeli bendim, çok eğleniyordum. Çekilen fotoğraflardan da belliydi. Bizim millet tam takım oradaydık. Feray- Gökhan, Ajda- Tamer, Berk- Hande çiftleri, Murat, Ezgi, Işıl, Ahu, Orkun, Sinan daha kimler kimler... Canım arkadaşlarım beni yalnız bırakmamışlardı bu mutlu günümde. Benim nikah şahidim Feray’dı, Alp’in de Ajda.
Evet derken yüzümde, sesimde, gözlerimde öyle bir ışıltı vardı ki; sonrasında hemen hemen herkes söyledi bunu. Ait olmak – sahip olmak... İçimde ekonomik özgürlüğünü sağlamış, ailesinden hatrı sayılır bir mal varlığı olan, kültürlü bir kadın olmasında rağmen bir şeylere, bir yerlere, birilerine ait olmak önemliydi. Biraz aitlik, biraz sahiplik... Buna da ihtiyacı var ruhumun. Hiçbir zaman uçlarda olmadım ben, ihtiyacım olanı aldım hayattan ve başım yukarda kabul ettim bunu. Kanıtlamak istediğim şeyler yoktu; tek istediğim mutlu olmaktı. Ben bunun için gelmiştim, kendimi kanıtlamaya değil. Ne kadar güçlü olduğumu, ne kadar çok şeye sahip olduğumu kimsenin bilmesine gerek yoktu. Hatalar da yapabilirdim, harika şeyler de... Bunu bilseler ne olurdu, bilmeseler ne olurdu... O an gerçek olan şey, Alp’le evlendiğim ve mutlu olduğumdu; gerisi hiç önemli değildi.
- Evet!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder