11 Temmuz 2010 Pazar

5. BÖLÜMÜN DEVAMI

- Özür dileriz Ajda, emin olmadığımız, bilmediğimiz bir konuda bu kadar kesin yargılarla gelmemeliydik sana.

- Sizi o kadar çok seviyorum ki, nasıl kızabilirim sizlere. Tamam benden de bir itiraf o zaman. Siz üstüme gelince benim de kafamda endişeler belirmişti, emin olamamıştım bir an. Sonra Tamer bunları elinden geldiğince sildi; ama benim aklımda yine de soru işaretleri vardı. Görmeden, yaşamadan bilemeyeceğim şeyler... Şükürler olsun ki hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadım. Daha ne isteyebilirim ki? Ece’yi kızım, ya da kardeşim, gibi seviyorum; ailem harika ve dostlarımda yeniden birlikteyim.

- O zaman şerefe hadi!

- Mutluluğa!

- Hayata!

- Dostluğa!

- Aşka!

Evlilik haberleri devam ediyor. Kısa süre sonra Berk evlendi. Ah ah çiçeği ben yakalamıştım ama... Berk bir iş arkadaşı aracığıyla tesadüfen tanıştığı bir kızla evlendi, Hande. İşte, hayatın kime ne zaman, neler getireceği belli olmuyor. Senelerce birini seviyorsun; ama hayatını sadece üç aydır tanıdığın biriyle birleştirebiliyorsun. Acaba hissediyor mu insan diye düşünüyorum bazen. Yani ben ömrümü Alp’le geçirmeyi gerçekten çok istiyorum; ama benim için de mi böyle olabilir? Yani bir anda Alp’in sevmekten vazgeçip daha yeni tanıştığım bir adamla yaşayabilir miyim? “Hayır Zeynep! Bu sefer hayatı zehir etme kendine, çok mutlusun. Devam et. Alp’in yanında devam et.”

Bizim için farklı bir durumdu Berk’in evlenmesi; çünkü Ezgi hâlâ kendini toparlayamamıştı. Tıp okuyor olması iyi bir şeydi aslında onun için, hayatını kaplayabileceği bir şeyler vardı en azından. Tabiki düğüne gelmedi Ezgi, o kadar güçlü hissetmiyordu kendini. Psikolojik tedavi görüyordu zaten bir yandan. Berk’i o terk etmişti evet, ama bu yalnız hissetmesine engel olmuyordu.

Erkek tarafı olmuştuk bu sefer de işte. Büyüdüğümüzü iyice anlıyorduk artık. Yeni hayatlarımız vardı, işlerimiz, evlerimiz... 24 yaşındaydım Berk evlendiğinde.

Yavaş yavaş hikayemin sonlarına geliyorum. Son 3 seneye giriyoruz işte, hani son 3 sene, son 3 sene diyordumm ya. Buyrun size son 3 sene...

***

O çiçeği tuttum, bari artık işe yarasın!_Tamam belli bir yaştan sonra kadınların çoğu evlilik delisi oluyor, kabul_ 25 yaşındaydım, Alp bana evlenme teklif ettiğinde. Hayatımın en mutlu zamanlarıydı. Yine “Bulutların Üzerinde”ydim. Feray’ın düğününde hayal ettiklerim en sonunda gerçek olabilirdi.

- Çok mutluyum ben seninle Zeynep.

- Alp... Çok tatlısın, ben de çok mutluyum. İyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın aşkım.

- Hep hayatında olmak istiyorum. Hep seninle olmak istiyorum ben.

- Ben de, senden ayrı bir hayat düşünemiyorum.

- Evlen benimle o zaman Zeynep, evlenelim...

- Alp! İnanamıyorum sana.

- Haklısın, evlenme teklifi böyle yapılmaz değil mi? Telaştan yüzüğü bile çıkarmadım ceketimin cebinden, diz çökmeliyim tabi bir de. Tamam şimdi oldu, filmlerdeki gibi. Benimle evlenir misin Zeynep?

- Alp! Seni seviyorum, evet, defalarca...

Sonrası hayatımın en büyük koşuşturması. Tabi Feray’ın kaynanası bu işlere çok meraklı olduğundan o çok fazla yaşamadı ya da yaşadı da biz görmedik. Ajda’nın da ablası vardı tabi bu işlerle ilgilenecek; ama ben işleri daha da birbirine karşıtıran bir anneyle kaynanaya sahiptim. Üstelik tek çocuktum. Ben böyle bir telaş görmedim, yaşamadım hayatımda daha önce... Üniversitede proje yaptığım dönemlerde kullandığım antidepresanlarım yeniden sahne aldı hayatımda. Yoksa çıldırmak işten değildi.

Canım arkadaşlarım vardı; ama yanımda. Feray ve Ajda. Arı gibi çalıştılar, onlar da olmasa avuçla hap yutsam yine de işe yaramazdı. En azından hiçbir maddi sıkıntımız yoktu, derdimiz para harcamaktan yorulmaktı aslında bu kadar şımarık davranmamak gerekiyordu. Yine de yeni bir ev, yeni bir düzen o kadar zor geliyordu ki bana. Yıllar önce adadan taşındığımızda da böyle hissetmiştim, bir yerden koparılıp götürülüyordum sanki. Beni hiç bilmediğim bir yere koyacaklardı, oraya alışmak için uğraşacaktım. Alp’i seviyordum; ama yine de benim için farklı bir durum olacaktı bu. Tanımadığım mekanlarda da olsam, elimi tutacak biri olacaktı yanımda.

Zevkli yanları da yok diyemem şimdi, haksızlık olur. Bir kere iki mimarın elinden çıkan bir ev olmuştu evimiz. O yüzden içinde bulunması bile huzur veriyordu insana. Salonumuz krem rengi ve kahverengi ağırlıklıydı. Duvarlarımız şampanya rengi, koltuklarımız krem rengi üzerine kahverengi çiçekliydi. Koyu renk mobilyalarımız vardı, çok şık bir gümüşlüğümüz, ellerimle seçtiğim bir sürü bibloyla doldurmuştum büfenin üstünü. Klasik ve şık kocaman bir ayna da astık duvarımıza ve iki tane de tablo. Birisi benim sevdiğim üzere şehir resmi; kalabalık, insanlar... Ötekisini de Alp seçti, bir sonbahar resmi. Zaten salonumuz sonbahar temasında.

Mutfağımız bahar... Yeşil – krem tonlarında o da. Kapısında yeşil boncuklardan yapılma bir sineklik var, tabi gelip geçerken takılmamak için kurdelelerle kenarlara tutturduk onları. Böyle ayrıntıları düşünerek dekore etmek o kadar hoşuma gitmişti ki evimi, yaşayacağım şeyleri hayal ederek...

Yatak odası yazdı, capcanlı renklerle dekore ettik. Güneş tonları birazcık kırmızı, yazın kumsaldaki gün batımı... Evet aynen böyle... Bu tanımı çok sevmiştim. Kıyafetlerimi, ayakkabılarımı rahatça yerleştirebileceğim bir giysi bölümüm bile vardı, irili ufaklı aynalarım, makyaj masam... Hepsi çok şık ve çok güzeldi.

Dördüncü mevsim olan kış, dinlenme – çalışma odasında kendini gösteriyordu. Mavi ve beyaz tonlarındaydı o odamız da. Bembeyaz pofidik bir koltuk vardı, orada üzerimde battaniyemle kitap okuyacağım günler olacaktı ya da projeksiyonla duvarımıza yansıttıp romantik komedi filmler izleyecektik. Mavi perdeler almıştık orası için, bir çalışma masası, boydan boya kitaplık... Keyif mekanım diyordum oraya...

Bir odamız da boştu, ihtiyacımız olmadığı için eşya almadık şimdilik oraya. İlerde çocuk odası olacaktı.

Bir dakika çocuğum mu olacaktı ileride? Anne olmak o güne kadar fazla üzerinde düşünmediğim bir konuydu. Evlilikle birlikte kendimi “anne” olarak hayal etmeye başladım ve çoğu kadının içinde daha çocuğu olmadan bir parça da olsa kendini gösteren annelik içgüdüsü beni sardı. Alp’le bir çocuğumuzun olması harika olabilirdi, ikimizin bir parçası...

Bir yandan çalışıp bir yandan da hiç yoktan bir yuva yaratmak çok yorucuydu; ama her saniyesine değmişti bitirdiğimde. En büyük eserim olmuştu meslek hayatım boyunca.

- Alp, evimiz şahane oldu değil mi?

- Evet tatlım, sen harika bir mimarsın, ona hiç şüphem yok!

- Meslek hayatımın tartışmasız en güzel eseri, ne devasa bir villa, ne bir sergi salonu geçebilir önüne...

- Zeynep’im evet güzel; ama biz dört mevsimin de ötesine geçeceğiz, beşinci mevsimi yaratacağız aşkımızla. İşte o zaman gerçek anlamda şaheser olacak.

- Alp seni seviyorum...

Evden sonra bir de kıyafet alışverişi vardı. Tabi evli bir kadının sahip olması gereken bir sürü şey vardı. Ev eşyaları, mutfak eşyaları da buna tuz biber oldu tabi. Gelinlik, damatlık derken bir bakmışız düğüne bir hafta kalmış.

- Anne, inanabiliyor musun, kızın evleniyor.

- Tatlım, ne çabuk büyüdün sen böyle.

- Evlilik! Merak ediyorum anne, mutluluk gerçekten çok mu yakınımda?

- Alp’i seviyor musun?

- Evet, hem de çok...

- O zaman kafanı hiç meşgul etme böyle sorgulamalarla... İçini ferah tut.

- Anne?

- Efendim tatlım?

- Babam ve sen... Anlatsana biraz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails