12 Temmuz 2010 Pazartesi

6. BÖLÜM: MEYRA GÖKMEN

Zeynep, Altan’ı senelerdir sormamıştı bana, biraz durakladım, şaşırdım, düşündüm. Bir sürü şeyden bir şeyler uğruna vazgeçmiş ama yine de bugün baktığında yanında fazla da kimsesi olmayan bir kadındım. Anlatacağım çok şey vardı aslında, kimseyle fazla konuşmazdım. O an bir şey oldu ama, Zeynep beni anlayabilecek gibi bakıyordu. Duvardaki saate kilitlenmişti bakışlarım ve anlatmaya başladım.

- Babanı çok sevdim ben Zeynep. Onunla tanıştığımız zaman ben üniversitede okuyordum, konservatuarda. Tiyatro bütün hayatımdı, sahne de yuvam.

- Peki sonra ne oldu anne, nasıl tanıştınız babamla?

- Sabırlı ol Zeynepciğim, anlatıyorum. Bir Yaz Gecesi Rüya’sını sahneye koyacaktık o gece. Ben Hermia rolünü oynayan Yıldız’ın yedeğiydim. Yıldız çok yetenekli bir kızdı ve işi konusunda da oldukça disiplinliydi; yani biliyordum ki Yıldız’ın yedeği olmanın aslında hiçbir anlamı yoktu. Bir kenarda oturacağım kesindi. Yıldız’dan hiç bahsetmemişimdir sana, yanılıyor muyum kızım?

- Hayır anneciğim, arkadaşın mıydı? Neden hiç bahsetmedin?

- Hayır, arkadaşım değildi; babanın sevgilisiydi.

- Ne? Yani babamla tanıştığınızda babamın sevgilisi mi vardı?

- Aynen öyle tatlım. Hatta ben de Lysander’ı oynayan Halil’le beraberdim. Oyunda Lysander’la Hermia sevgili biliyorsun tatlım. Neyse, babanla tanıştığım anda ondan etkilenmiştim; Altan gençliğinde de çok yakışıklıydı ve etkileyiciydi. İstanbul Üniversitesi’nde Uluslar Arası İlişkiler okuyordu, ailesi zengindi. Yıldız da çok gülzel bir kızdı. Açıkçası o zamanlar böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Yıldız sayesinde tanıştım yani babanla.

- Ee sonra ne oldu?

- Baban o gece, oyunun galasının olduğu gece, Yıldız’ı terk etti!

- Aa neden?

- Sonradan anlattığına göre benim için yapmış bunu, benden etkilenmiş çünkü. Ben Yıldız’la aram bozulmasın, gerginlik olmasın diye Altan’a hiçbir şekilde yeşil ışık yakmamıştım. Altan yine de etkilenmişti benden.

- İnanamıyorum, masal gibi!

- O gece Yıldız’ın ağlamaktan gözleri şişti, midesi bozuldu. Yani oyundan bir hafta öncesinden hasta olmamak için her türlü önlemi alan, sesine bir şey olmasın diye kısık sesle konuşan kız o gece oyuna çıkamadı.

- Ve, yedeği olarak sen oynadın!

- Evet, hem de Halil’le. İşte o an kafamın karıştığı andı. Çünkü senin çapkın baban, oyundan önce yanıma gelip şans dilemişti ve çok güzel oynayacağıma emin olduğunu, baba güvendiğini söylemişti. Öte yandan Halil’le karşılıklı oynayacaktım.

- Sonra ne oldu anne?

- Sonrası Bir Yaz Gecesi Rüyası tatlım... Bir şekilde babana deli gibi aşık oldum, her şeyi kontrol etmek imkansız. Bu arada küslükler oldu, gerginlikler, zor günler. Yine de babanı çok seviyordum, onun da beni sevdiğini bilmek bana güç veriyordu.

- Hemen evlendiniz mi?

- Ne yazık ki hayır... Aslında biz istiyorduk evlenmeyi; ama Altan’ın ailesi biraz muhafazakar bir aileydi. Oyunculuk okuyor olmam onlar için pek hoş değildi. Aslında onları da suçlamıyorum, hayat görüşleri buydu; kültürleri, yetiştirilme tarzları... Ne diyebilirdim ki? Beni seçim yapmaya zorluyorlardı. Yıldız için aynı problemler çıkmamıştı; çünkü biliyorlardı ki oğullarının Yıldız’la ciddi bir ilişkisi yoktu. Benimle ise tüm hayatını birlikte geçirmek istediği ilk günlerden belli oluyordu.

- Sen ne yaptın peki?

- Bir seçim yaptım! Beni mutluluğa götüreceğine inandığım yolu seçtim. Onu seviyordum ve onunla bu yola girmezsem ömrüm boyu eksikliğini hissedecektim. Sahneye her çıktığımda, repliğimi unuttuğumda, ayağım dekora takıldığında, yaptığım her hatada hatta aldığım her alkışta mutluluğumu ölçecek ve Altan’la daha fazla mutlu olabileceğimi düşünecektim.

- Bu yüzden bana düşünme diyorsun, çünkü birbirimizi sevdiğimizi biliyorsun.

- Evet canım. Bir insanın hayatında eğitim, kariyer o kadar önemli ki; ama ben bunu en üst sıraya koymak istemedim. Çünkü ben beni mutluluğa bunun götürmeyeceğini düşündüm. Bir başkası farklı düşünebilir belki. Oysa sen gördüğüm kadarıyla benim gençliğimdeki gibisin kızım.. Hayatı mutlu olmak için yaşıyorsun, seni mutlu edeceğine inandığın şeyi yapmalısın. Her zaman arkanda olacağımı bilmeni istiyorum. Evlilik bu, çok büyük bir değişim. Tedirgin olman doğal, kendini üzme, tadını çıkar; tatlı telaşlar bunlar. Üstelik sen bir şeyden vazgeçmiyorsun bile.

- Peki sen anne, vazgeçtiklerin için pişman mısın? Şimdi babam yok, geri istemiyor musun bazı şeyleri, aramıyor musun sahneyi?

- Altan varken aramıyordum; ama ne yalan söyleyeyim artık arıyorum Zeynep. O zamanlar bir şeylerden vazgeçmişliğimi hissetmiyordum, Altan yanımdaydı, sen yanımdaydın; ama artık bunu çok şiddetli hissediyorum. Hiç hesaplamamıştım, evet kariyer en üst noktaya konulmasın diyorsun; ama insanın mesleğin gitmiyor hiç, sevdikleriyse bir gün gidecek öyle kesinmiş ki bu...

- Peki yapılabilecek bir şey yok mu anne? En azından bir tiyatro okulu açabilirsin, çocuklara ders verebilirsin?

- Bilmiyorum Zeynep, yorgunum; senelerdir hem de. Bacaklarımda kilometrelerce koşmuşum gibi bitmek tükenmek bilmeyen bir yorgunluk hissediyorum. Yapabilir miyim bilmiyorum.

- “Yapabilir miyim?” değil anne. Bu işte yalnız olduğunu da nereden çıkarıyorsun ki sen. Pekala da birlikte bir şeyler yapabiliriz. Düğünden sonra ilk işim bunu araştırmak olacak. Öyle ya da böyle yeniden tiyatroya bulaşacaksın, karışacaksın.

Bunları konuşurken ikimizde defalarca hıçkırıklarla ağlamıştık. Zerynep’e bazı şeyleri hissettirmemek içn, hayatın benim için ne kadar zor olduğunu farkettirmemek için elimden geleni yapmıştım çünkü senelerce. Altan’dan bahsetmiştim; ama sadece onun unutmamasını ve çocukluk anılarında “baba” figürünün silinmemesini sağlamak için; ama bunları anlatmak zor gelmişti ikimize de... Şimdi ise Zeynep gidiyordu ve biliyordum ki ben daha da yalnızlaşacaktım. Elimden gelen bir şey yoktu...

Bir yandan da vicdan azabı çekiyordum aslında. Bir kızım vardı, harika bir hayatım olmuştu; ama olmuş-tu işte. Şu an içinde bulunduğum boşlukta bana farklı seçimler yapsaydım neler çıkabilirdi karşıma düşünmeden edemiyordum.

Bir yerlerde başka bir Meyra Gökmen varsa ve Altan’ı değil, tiyatroya devam ettiyse o neler yaşamıştır diye geçiyordu aklımdan. Mutluluk karşılaştırılır mı ki? Derece derece... Merak ediyordum yine de o benden daha mı “fazla” mutlu olurdu? Daha mı “az” yalnız olurdu? Çevresinde daha mı “çok” seveni olurdu? Bu azlık – çokluk kavramı beni deli ediyordu. Artık zamanımı doldurmak için yaşıyordum. Yatakta elimi her öteki tarafa uzattığımda o boşluğu ben hissetmiştim. Bir başkası bunu nasıl bu kadar derin hissedebilirdi? İlk başlarda evden çıktığımda sanki herkes bana bakıyor gibi hissediyordum. Hepsi eksilmişliğimin farkındaydı.

“Bu kadın işte, kocası ölmüş, kızıyla yalnız artık, yalnız.”, “Zamanında her şeyi bıraktı da ne oldu, şimdi yalnız.”

Sanki elbiselerimi ya da ayakkabılarımı giymeyi unutmuş gibiydim, çıplaktım, savunmasızdım. Kemiklerim tamamen kireçle kaplıydı ve her hareketimde eklemlerimden kireç dökülüp kan dolaşımıma katılıyordu. Elimi boşluğa uzatıp onun elini tutarmış gibi yapasım geliyordu. Sonra kendi kendime diyordum.

“Saçmalama, kendine gel, kızın var senin ufacık; devam etmek zorundasın.”

Gerçekten çok çok büyük bir “yokluk”tu. Bir insan ne kadar çok şeyinizse yokluğu sizi o kadar öldürür. Nasıl bir şey, bir yandan yaşayamayacağını düşünürken bir yandan ölümden korkmak? Ben ölürsem, bana bir şey olursa Zeynep tamamen yalnız kalacak diye ödüm kopuyordu. Tek bildiğim eksik de olsam bir şekilde devam etmek zorunda olduğumdu. Sonunda ne oldu, Zeynep büyüdü; artık ne ölmemek için bir nedenim ne de yaşamak için büyük bir isteğim var. Takvimleri eskitiyorum o kadar.

- Zeynep, kızım... Seni çok seviyorum, çok mutlu olursun, diliyorum ki çok mutlu olursun.

- Anneciğim ben de seni çok seviyorum.

- Neyse Zeynep, yeter bu kadar duygusallık. Hadi kuaförle konuşmaya gideceğiz daha. Saç modelini, makyajını nasıl istiyorsan şimdiden anlat; son güne bırakma. Bu sefer stres yapacaksın, ağlayacaksın. Sen o gecenin en güzeli olmalısın tatlım, gözleri şiş gelin olmaz.

- Haklısın anne, zaten sen Ajda ve Feray olmasaydı bu işin içinden çıkamazdım inan. Kendim dekore edeceğim diye evime kimseyi sokmadım biliyorsun Alp’ten başka. Son halini görmeni çok istiyorum. Kuaförden sonra gel bize gidelim, bir kahve yapayım sana yeni evimde.

- Harika olur kızım, hatta arkadaşlarını da çağırsana. Tabi evlendikten sonra güzel bir davet verirsiniz evinizde; ama Feray ve Ajda evi önceden görmeyi hakkediyorlar bence. Dediğin gibi o kadar çalıştılar, sefasını da sürsünler bol köpüklü Türk kahvelerini yudumlayarak.

- Tamam anneciğim, öyle yapalım o zaman. Sabırsızlanıyorum evimi görmeniz için.

- Ben de sabırsızlanıyorum Zeynep. Gece – gündüz yetiştirmen gereken projelerin yanında bir de bunları çizdin, gittin her şeyi kendin satın aldın, bizzat ilgilendin kızım. Senin eserin oldu yuvan. Allah ağız tadıyla oturmayı nasip etsin.

- Amin anneciğim, amin...


Zeynep Gökmen

- Zeyneeep! Evin mükemmel olmuş! Harikasın sen, harika bir mimarsın!

- Feray’cığım biraz abartıyorsun sanki.

- Zeynep, dalga mı geçiyorsun sen! İnce düşünülmüş, küçük ayrıntılar ve dört mevsim fikrini çok güzel yansıtmışsın. Ben de istiyorum valla, benim evimi de sen dekore et.

- Evet Zeynep, Feray haklı burayı harika bir yere çevirmişsin. Bayıldım, tek kelimeyle bayıldım. Diliyorum ki bir sürü mutlu mevsim yaşarsınız bu evde.

- Ajda biliyorsun siz yardım etmeseydiniz, bu kadar şeyi yetiştiremezdim. İş yerinde de bu aralar çok yoğundum biliyorsunuz ve Alp’le de yapamazdım hepsini. Kız filmlerindeki gibi olacak biliyorum, biraz “kız gücü”ne ihtiyacım vardı bayanlar.

- Harika bir iş çıkarmışsınız. Zeynep, kızım hepsinden öte mesleğin bu senin ve bunu bu kadar iyi yapabildiğini bilmek beni gururlandırıyor.

- Anne, teşekkür ederim, seni seviyorum. Hani geçin oturun, sade ve bol köpüklü kahveleriniz hemen geliyor.

Böylece yeni evimde ilk misafirlerimi ağırlamıştım. Beşinci mevsim benim için aşk ve dostluktu. Ben o zamanlar mucizevi bir şekilde bunu yaşıyordum.

Aşk Mevsimi’ni... Dostluk Mevsimi’ni... Mutluluk Mevsimi’ni...

Bütün kararlar verilmişti, her şey hazırdı. Saçlarımı kesinlikle topuz yaptırmayacaktım, yani kabarık olacaktı lüle lüle; ama omuzlarıma dökülmesini istiyordum. Makyajım gümüş tonlarında olacaktı ve bronz tabiki. Annemin de dediği gibi o gecenin en güzeli ben olmalıydım. Feray’ın düğününde kendimi gelin olarak hayal edişim geldi aklıma şimdi. Sabırsızlanıyordum kendi düğünüm için. Bu tip şeyler kadınların estetik ve güzellik zevklerinin tatmini aslında. Alp için bu kadar değer taşımıyordu; ama benim için o gece çekilecek fotoğraflar çok önemliydi.

O gece çekilecek fotoğrafların hayaleti ise babam olacaktı... Hep bir köşede ona da yer olacaktı ve sanki hepimiz ona yer hazırlar gibi bir tarafımı boş bırakacaktık, hiçbirimiz bu konuda konuşmayacaktık. “Baban da seni görse...” cümleleri geçmeyecekti; ama herkes bunu söyleyecekti içinden. Annem de koluna gireceği o yakışıklı adamı çok arayacaktı eminim. O yaz gecesi rüyasını, bir hafta sonra tekrar yaşamak için her şeyini verebilirdi. Ne yazık ki istisnası yoktu ölümün ya da pazarlığı. Babamla dans edemeyecektim düğünümde, onun hüznünü göremeyecektim. Ona “Benim ilk ve büyük aşkım sensin, bunu hiç bir şey değiştiremez.” diyemeyecektim.

Şimdi de desem duyar mı dersiniz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails