2 Temmuz 2010 Cuma

3. BÖLÜM: YAŞASIN LİSE


Lisenin ilk günü harikaydı. O günü daha da harika kılan en önemli şey; akşam günün nasıl geçtiğini ona sorabilecek olmamdı. Kendime onunla konuşabilmek için bahaneler bulmaya çalışıyordum; çünkü son dört gün takvimden günleri sayarak, mesaj atsam mı diye düşünerek geçmişti.

Öncelikle günün tadını çıkarmalıydım; yeni okul, yeni insanlar, yeni bir hayat. Böyle değişimleri sevmemek elde değildi. Dahası şimdi onunla aramızda kocaman bir deniz yoktu. Çok şirin insanlarla tanıştım o gün, ki o insanlar bugün hayatımda bu denli yer edineceklerini bilmiyorlardı daha. Ben de bilmiyordum, yaşayıp görecektim.

İlk gün yanında oturduğum kızın ismi Ezgi’ydi. Uzun simsiyah saçları ve simsiyah gözleri vardı, tam bir esmer güzeliydi. Dikkat çekiciydi; ama Özlem gibi değildi. Çok doğaldı. Kadıköy’de oturduğunu öğrendim sonra Ezgi’nin. Oraya iki defa gitmiştim topu topu o da ailemle. Farklı insanlar tanımam farklı yerlerle tanışmam anlamına da gelecekti. İstanbul’u tanıyacaktım!

Sonra Feray vardı. Ortalama bir güzelliği vardı; oldukça konuşkan ve sıcakkanlıydı. Hatta bugün tanıştığım hemen herkesle onun sayesinde tanıştım diyebilirim. Yemyeşil gözleri çok güzeldi, bir an kendi kahverengi gözlerimi çok sıradan buldum.

Gülçin ise Feray’ın tam tersine sessiz sakin biriydi. Kısacık erkek gibi kesilmiş saçları vardı. Sevimli bir tipti.

Ardından Berk diye bir çocuk geldi yanımıza. Hayranlığımı gizleyemeyeceğim o ana kadar gördüğüm en yakışıklı çocuktu. Esmer, uzun boyluydu.

Sinan vardı, sarışın bir çocuk. Biraz da çilliydi, ufak oğlan çocuklarını andırıyordu. Alp oldukça sakin biriydi, müzikle ilgilendiğini söyledi bize, o yaşta besteleri varmış. İnanılır gibi değil. Ajda’yla ilkokuldan beri arkadaşlarmış, zaten beraber oturuyorlardı. Bakışları pek hoşuma gitmedi Ajda’nın; ama karar vermek için erken diye durduruyordum kendimi. Haluk, Yasemin, Tuna, Toprak, Ufuk, Sevgi... Bunlar da tanıştığım diğer insanlardı.

Öğleden önce edebiyat, matematik ve İngilizce derslerimiz vardı. İlk gün olduğundan ders yapılmadı tabi, sadece bir okul kazanmakla adam olunmayacağına dair göndermeler yapıyordu öğretmenler. Çalışmalısınız falan, hep aynı laflar... Öğleden önce pek bahçeye çıkmadık, sınıfımıza alışma devresi diyelim şuna ya da birbirimize.
Çok garip geliyordu, şimdi muhabbet ettiğim bir insanla bundan 4 sene sonra ayrıldığımda ne düşünecektim, sevgi, belki nefret... Bir daha görmeyeceğime sevinecektim belki aralarından bir kaçını, bu binada bir yerlerde şu an sırasında oturan, belki merdivenlerden inen, koridorda yürüyen bir kız ya da bir oğlan buradaki hayatımı şekillendirecekti. Sınıftan çıktığım anda beymin bir sürü kare kaydetmeye başlayacaktı ve o unuttuğum yüzler ilerde karşıma ne şekilde, nasıl karşıma çıkacaktı kim bilir? Beynimin gereksiz diye çöpe attığı yüzlerce fotoğraf karesi, belki de ilerde hayatımın baş köşe resmi olacaktı... Belki öyle, belki değil... Yaşayıp göreceğim.

Oldum olası takıntılıyımdır zaten böyle şeylere, önemli biri de olsa önemsiz de o beynimin çektiği karelere, ne zaman çektiğine, o fotoğraf karesinin belki de sadece figüran olduğu sahnenin başrolü, duygusu, ana fikri neydi? Nasıldı? Kimdi?

Öğlen tenefüsü olduğunda ise hep beraber yemeğe indik. Bir gün bu insanlarla düşman olacaksam bile bir kere aynı masada oturmalıydım sanırım.

Şimdi düşününce o yaştaki sezgilerime, düşüncelerime hayran kalmamak elimde olmuyor...

- E hadi, daha gidip yemeklerimizi alacağız!
- Tamam Feray, cüzdanımı alıp geliyorum.
- Bak şuna, Zeynep’i acele ettiriyor, kendi oyalanıyor.
- Tamam, Ezgiciğim gidebiliriz.
- Hadi ama kızlar, karnımız zil çalıyor.
- Geldik Berk, gidelim.
- Sinaaaan!
- Gülçin gelsene sen de.
- Ajda’yla beni de bekleyin.
- Peki Alp...

Biraz bekledik yemeklerimizi almak için; ama nihayet cümbür cemaat oturduk bir masaya.

Feray- Çok mutluyum millet, sizinle tanıştığım için. Günüm harika geçiyor.
Berk- Bizleri onurlandırdınız Feray hanım.
Feray- Beeeerk! En iyi seninle anlaşacağız herhalde!
Berk- Memnuniyetle, Zeynep sen hiç konuşmuyorsun.
Zeynep- Acıkmışım.
Sinan- Eee herkes sizin gibi geveze değil, oğlum.
Berk- Sen de hemen laf atmasan!
Zeynep- Tamam sakin olun, bakın konuşuyorum ve Feray’a sonuna kadar katılıyorum, günüm çok güzel gidiyor.
Ufuk- Bundan bilmem kaç sene sonra hatırlarız değil mi bugünleri; beni unutanı valla çok fena yaparım!
Ezgi- Unutulmaz herhalde ya, değil mi?
Ajda- Bence unuturuz, emin ol. Bu anı hatırlamayız bile.
Zeynep- Neden öyle diyorsun Ajda, belki de en net hatırlayan sen olursun.
Feray- Aaa bence de belki de en hayırlı sen çıkarsın kız.
Ajda- Ya, emin ol.

Ajda, Feray’ı pek sevmemişti sanki, gerçi insanlara pek pozitif elektrik veren biri değildi.

Berk- Daha yeni tanıştık durun, tadını çıkaralım.
Feray- Haklısın Berk, ne ayrılması. Daha uzunca yıllar beraberiz.

Feray’ın Berk’e olan ilgisi de dikkatimi çekmişti doğrusu, daha ilk gündeyiz. Yok artık!

Ne komik, ne şirin düşüncelerdi aslında, tek derdim bu muydu? Yeni insanlar, kim kiminle falan. Ergenlik psikolojisi işte, “Ne baktı mı bana?” dünyanın en önemli olayı o zamanlar. Yeni bir ortama girmişsin, dikkat çekmek hoşuna gidiyor insanın tabi. Güzel olduğunu hissetmek istiyor, öyle ufak bir bakış bile egosunu şişiriyor da şişiriyor. Güzel günler, güzel duygular bunlar. İnsan bilmiyor kıymetini; ama sevdiğinin en küçük bir davranışına umutlanmak gibisi de yok aslında; çünkü yaş ilerledikçe bir güvensizlik başlıyor. Bırakın beraber olduğu adamı evli olduğu, her gece aynı yatakta koyun koyuna uyuduğu, seviştiği adamdan şüphe ediyor; inanmıyor kolay kolay sevildiğine. “Acaba seviyor mu?” sorusu zamanla “Kesin aldatıyor, sevmiyor; biliyorum.”a dönüyor. Büyüdükçe umut denilen şey yerini kuşkuya bırakıyor. Sahip olmadıkları için umutlanmıyor insan da sahip olduklarını kaybetme korkusuyla yaşıyor. Umudu kaybetmekten bile öte yani...

Sinan- Aa her gün taa adadan buraya mı geliyorsun Zeynep?
Zeynep- Evet, ne var ki vapura biniyorum, zaten deniz yolculuklarını oldum olası severim.
Feray- Ben de, rüzgar eser pöfür pöfür, ohhh.
Sinan- Ya tabi öyle de...
Zeynep- Adada yaşamanın çok farklı güzellikleri var, ben orada doğdum, Heybeliada harika bir yer.
Feray- Birkaç kere gittim ben, ama şöyle senin gibi köşeyi bucağı bilen biri olsa da bizi gezdirse harika olur.
Zeynep- Tabi, havalar soğumadan gelin mutlaka.
Berk- Desenize eğlence çıktı, gidelim de gezelim.
Ezgi- Ben hiç gitmedim adaya.
Zeynep- Ciddi misin? Bana garip geliyor tabi, doğduğumdan beri oradayım. Mutlaka gelmelisin.
Ufuk- Oooo... İlk gezi planlarımızı bile yaptık. Herkes geliyor değil mi?
Alp- Geliriz tabi, değil mi Ajda?
Ajda- Evet, tabiki.

Bu Ajda’dan beklemediğim bir davranıştı hatta Alp’ten beklemediğim bir atılım. Kim bilir belki de ilk izlenimler her zaman doğru çıkmıyordur. Yeni arkadaşlarımı evimde ağırlamış gibi olacaktım. Öyle ya ada benim evimdi, yuvamdı.

***
Sinan Kıvanç, Feray Sunaykan, Ezgi Simge Bozoğlu, Ufuk Yaman, Alp Aydın, Tuna Gülay Derman, Haluk Günay, Berk Baran Koçal, Ajda Demirkol, Sevgi Ayyurt, Yasemin Bilgi, Egemen Tansoy, Nilay Temmuz Değirmen, Hakan Soycan, Toprak Yolcu, Burak Özhan, Gülçin Şan, İlker Altaş, Yavuz Dinçer

İşte bunlar dört senemi paylaştığım insanlar. Kimiyle hala görüşüyorum, hayatımda çok özel yerlerdeler. Hatta bazıları hiç beklemediğim yerlerde... Bazılarını da hiç görmedim liseden sonra.

Yine lise günlüğüm hızlıca dolmaya başladı, yazılan bir sürü anı... Günlük derken mecaz değil; gerçek anlamda söylüyorum, günlük tutuyordum o zamanlar. Eğlenceli günlerimdi onlar, dönüp bakmak isteyeceğim günlerim. Geçenlerde bir arkadaşım günlük tutmaya devam edip etmediğimi sordu. Allah aşkına bu günlerin nesini yazayım?

Değişenler, gelenler, gidenler, aşklar, dostluklar... Çok şey değişti...

En başta benim adresim değişti. Annemin dediği gibi kış gelmeden taşındık. Moda’da bir ev aldık. Şirketin yönetimi babamdan sonra amcama geçmişti. Durumumuz iyiydi. Aldığımız ev de şahaneydi. Adalıyız ne yapalım? Nasıl yaşayalım apartman dairesinde? Ada gibi küçük bir yer değil de İstanbul’da kapana kısılmış gibi hissediyordum yine de. Yazlık bir mekan gibi olunca ev sanki adımını sokağa atmak daha kolay gibi. Sanki denizle, sokaklarla birlikte yaşıyorsun; zaten bir yanın geziyor, dolaşıyor tadını çıkarıyor etrafın. İçerisi-dışarısı kavramı pek yok, o an nasıl hissetmek istersen. Tabi artık vardı, adresim farklıydı...

Aklıma koyduğum tek bir şey vardı: Ada fahri ikamet yerim olacaktı!
Olmadı...

İlk zamanlar hiçbir şey çıkmasa bile, yürüyüşe gidiyordum oraya. Saçlarımı dağınıkça toplayıp eşofmanlarımı giyip vapura biniyordum Bostancı’dan. İnsanlar pikniğe ya da gezmeye gidiyordu güle oynaya. Tek başına, böyle bir halde adaya gitmem garip gözüküyordu o insanların yanında. Zamanla Moda Sahili’nde yürümeye başladım. En azından Adalar manzarası vardı, hiç yoktan iyiydi. Sonra yürüyüşleri bıraktım, penceremden kafamı kaldırıp da bakarsam görüyordum Adalar’ı. Ada’dan koptum, tarafıma yapılan suçlamaları kabul ediyorum... Kelepçeleyin!


Sadece Ada’dan mı ? Yavaş yavaş koptuk Arda’yla da. En başta dostluğa dönüştü her şey. Bir baktım birbirimize sevgililerimizi anlatıyoruz, akıl veriyoruz. İçimde başka heyecanlar oluyor onunla konuşurken, onun gözleri bir başkasına parlıyor benimleyken. Egemen’di benim lisedeki ilk aşkım. Çok acı çekmiştim ya da en azından o zamanlar onu “çok büyük acı” sanıyordum. Dinlemediğim bir derste Egemen’le gözgöze gelmemeye çalışarak Arda’yla mesajlaştığımı hatırlıyorum.

Egemen olayını biraz daha ayrıntılı anlatayım durun. Açıkça söyleyeyim mi ben Berk’ten bir adım bekliyordum aslında, yani elektrik almak mı dersiniz bilemem ama Egemen’i hiç düşünmemiştim.

Lise hayatımın ilk senesi Egemen’le doluydu. İlk aşk...
Yoksa o Arda mı bilemiyorum.

Liseye başlayalı iki ay olmuştu Egemen’in bana olan ilgisini hissetmeye başladığımda. Ben onları esmer güzeli Ezgi’yle düşünüyordum. Sanki birbirlerinden hoşlanıyor gibiydiler.

- Burayı çok seviyorum.
- Nereyi Egemen?
- Bu liseyi, bilmiyorum tanıştığım insanları, atmosferini.
- Evet, güzel. Henüz iki ay oldu; ama ben buraya iyiden iyiye ısındım. Bir gün gitmek çok zor gelecek.
- Bırakmak, gitmek o kadar zor değildir bence.
- Neden? Bir sürü şeyi geride bırakıyor insan. Lise ortamını, arkadaşlıkları... Bu üzücü olmaz mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails