4 Temmuz 2010 Pazar

3,5. BÖLÜM: LİSE


- Anne, bu başarımın üstüne böyle bir ödülü hakkettiğime inanıyorum, yatılı kalmak istiyorum lisede.

- Onaylamadığımı biliyorsun Arda; zaten ablan da tutturdu İzmir diye. Ne oluyor size bilemiyorum. Tek bildiğim senbenim oğlumsun ve inatçısın, vazgeçmeyeceksin değil mi?

- Tanıyorsun beni anne.

- İyi bakalım dediğin gibi olsun; ama baştan söyleyeyim öyle evin rahatlığını çok ararsın. Kolay mı başkalarıyla beraber yaşamak? Onlar benim gibi çeker mi senin nazını. Gönlün geçince anlarsın kıymetimi, kimsenin annen gibi olamayacağını.

- Yeşim Sultan sonsuza kadar gitmiyorum, haftasonları zaten eve geleceğim.

- Pekala Arda Atasoy! Sana güveniyorum, güvenimi boşa çıkarma.

Sevgili anneciğim, eğer yaptğım her şeyi bilseydin; güvenini cidden sarsmış olurdum, bir daha bana hiçbir konuda güvenmezdin; ama o yaşlarda başka türlüsü de pek mümkün olmuyordu. Türkiye’nin iyi liselerinden birini kazanmıştım; üstelik annemlerden okulda yatılı kalma iznini de almıştım. Bu da özgürlüğümü ilan etmem anlamına geliyordu. Zaten beni en çok değiştiren yıllar lise yıllarımdı, tabi bu genel bir şey ama biraz daha fazla özgürlükle çok daha etkileyici ve belirleyici hale geliyor. Ne yalan söyleyeyim, yaptıklarımın bazıları aşırı gereksiz geliyor, yapmasam da olurdu aslında. O kadar salaş bir hayatım olmasa da olurdu.

- Oğlum, bunu da yapmazsak torunlarımıza ne anlatacağız?

- Haklısın be Ege, yürü kim tutar seni!

- Arda, tut şu votkaların 2-3 tanesini; hepsini tek başıma nasıl gizleyeceğim?

Yatakhaneye gizlice içki sokmak! Ne büyük heyecan, ne büyük olay; yani o zamanlar öyleydi. Tamam, çok komik kabul ediyorum.

- Abi, yine mi kavga var? Rahat durun azıcık, Arda yine kimin sevgilisini kızdırdın?

- Hadi, hadi Serkan! Torunlarımıza-

- “Ne anlatacağız?” değil mi? Böyle diye diye başımıza gelmeyen şey kalmadı. Torunlarımız bizim hakkımızda ne söyleyecek merak ediyorum, bunları anlattığımızda. Sen zaten ne kavgalara giderdik, hey gidi günler diye başlarsın lafa.

- Ooo hiç merak etme sen!

- Bir gün ucuz kurtulamayacağız her zamanki gibi o zaman göreceğiz günümüzü.

- Serkan’ım, şu okuldan bir seni, bir de beni atamazlar. Rahat ol sen.

Okulda kavga çıkarıp her yeri birbirine katmak, ne büyük marifet; yani o zamanlar öyleydi. Biri ters bir hareket yaptı diye ya da kız meselesi... Kimse bize ters bir şey yapamazdı, hemen haddini bildirirdik.

- Tophane’de mi sabahlıyoruz bu gece Arda?

- Evet Mert, kaçıyoruz bu gece yatakhaneden. Sınav dönemi çok sıktı.

- Sanki çok ders çalışıyoruz da.

- Olsun, olsun... Zaten böylesi makbul, üç gün sonra ÖSS, sonra üniversite, stajıdır, işi, ev – bark; bak bakalım vakit ayırabilecek miyiz böyle şeylere. Fırsat bu fırsat!

- Yarınki matematik sınavını ne yapacağız?

- Amaaan, bir sürü matematik sınavı var; illa ki birine çalışırız değil mi?

Verdiğim cevap efsane zaten. Sorumsuzluğun böylesi! Bir sürü matematik sınavı varmış. Bu yaşımda lisedeki Arda’ya derdim ki “Adam ol, bir kere işin ucu kaçtı mı bir daha toparlayamazsın.” ve tabi bu söylediklerim onun bir kulağından girer ötekinden çıkardı. O gece için plan yapmaya devam ederdi, istifini bozmadan.

- Yine mi disipline gidiyoruz, niye çağırıyor bunlar bizi?

- Derslerden kaçıp futbol maçı yaptık diye disipline mi gidilirmiş?

- Bunlar bizi çok sıkıyor burada, lise mi burası askeriye mi?

- Okulun boş işleri işte Arda.

- Kaçıncı disiplin cezamız olacak oğlum bu?

- Ben yatakhaneden kaçıp Nevizade’de sabahlama olayında yırmıştım, ilk olacak benim.

- Ooo sen daha toymuşsun Metin.

- Benim sicilim temiz ne sandın?

İyi ki “askeriye”ymiş yani, iyi ki çok sıkı ve disiplinliymiş; yoksa okula uğramayabilirmişiz. Aa uğrardık tabi, yatakhaneye; otel gibi yatmadan yatmaya, o da 2-3 günde bir. Öğütlerin ikincisi de “Biraz disiplin gerekiyor.” olmalı sanırım. İnanılmaz eğleniyorduk. Ege, Serkan, Mert ve Metin en yakın arkadaşlarımdı, yataklarımız bitişikti üstelik. Okulda bu kadar yakın arkadaş olmamızın, birbirimizi kollamamızın ve “vukuatlarımızın” katkısıyla inanılmaz etkili bir ağırlığımız vardı.

- Çıkışta nereye gidiyoruz Arda?

- Oya, Ortaköy’e gidelim diyordu, öyle yapalım?

- Olur, siz tam takım geliyor musunuz?

- Ayıp ettin Sinem, eğlenceyi ne zaman kaçırdık biz?

- Doğru haklısın, Nilay ve Gamze de gelecekmiş. Dilan’la Gonca gelemiyor ama.

- Aa, o neden?

- Dilan sevgilisinden mi ayrılmış ne, Gonca da onu teselli edecekmiş.

- E ben size en güzel teselliyi söylüyorum işte, eğlenmeye gideceğiz; daha ne?

- Bilmiyorum canım, sorarım onlara.

- Sen bu işi halledersin güzellik ya, güveniyorum sana.

Çevrem de oldukça genişti anlaşıldığı üzere, okuldaki en popüler gruplardandık. Üstelik çevremde bir sürü güzel kız vardı. Bir erkeğin isteyebileceğinden çok daha fazlası. İstediğim gibi gezip tozabiliyordum, her gün dışarı çıkma iznimiz vardı ve biz de bunu en güzel şekilde değerlendiriyorduk.

- Bu kızlar sinirimi bozuyor Arda artık. Saçma sapan şeyler söylüyorlarmış.

Bir şey eksikti! Sanki herkes yeni gelmiş olmanın verdiği telaşla kendini birbirine beğendirmeye çalışıyordu, havalı görünmeye, büyüklük taslamaya. Yapmacıklık vardı herkesin davranışlarında. Özellikle de kızlar, dedim ya çevremde çok kız vardı. Aşık olmama ya da birine bağlanmama gerek yoktu. Zaten duygusal bir ergen de değildim öyle, aşka fazla inanan. Dünyam biraz yalanla dolanla, biraz kız meseleleriyle, bolca “kanka muhabbetleri”yle doluydu.

Aşık olmama gerek yok demiştim. Lisede öğrendiğim en büyük şey bu oldu işte, beni kısmen duygusuz biri haline getiren hayat parolam. Bana acımasız ya da kalpsiz diyeceksiniz belki; yapabileceğim bir şey yok. O zamanlar böyleydim, lise beni çok değiştirmişti. Bazen kendi kendime tekrar ediyordum:

“Aşık olmasam da olur, onların olduğu da hiçbir zaman kesin değil zaten.”

İlişkilerin samimiyetsizliğine biraz çabuk alışmış ve onlara rahatlıkla ayak uydurmuştum. Oyun nasıl oynanıyorsa taktikler nasıl oluyorsa işte... Ne kadar eğlenirsem o kadar kâr kalır yanıma; çünkü hepsinin bakışlarından okuyabiliyorum. Gideceklerini söylüyorlar, bir gün seni bırakacağım diyorlar. Giderseniz gidin diye bakıyorum ben de onlara, aşık olmak zorunda değilim zaten. Benim keyfim yerinde, üstelik giderseniz dolmayacak bir yeriniz yok hiçbirinizin. Böyle diyordum ben de bakışlarımla onlara; anlayabildiler mi bilmiyorum da ben böyle hissediyordum.

Eğlenceli miydi? Evet... O yaşta okulun en güzel kızlarının sevgilim olmuş olması; ama hiçbir şekilde beni kontrol edememiş, yıkamamış olmaları. Yine de bildiğim bir başka şey zeki ve samimi insana olan ihtiyacımdı, iki çift laf edebileceğim mantıklı ve olgun bir insana olan ihtiyacım... Kız ya da erkek, arkadaş ya da sevgili... Tamam itiraf etmem gerekiyor, zaten böyle birkaç arkadaşım vardı; daha özel birinden söz ediyorum. Zeynep hayatımın bu yönünü bütünlüyordu ilk önceleri, lisenin başlarında. Zeynep sonsuza kadar beni tamamlamayacaktı, bu bir gerçekti. O zamanlar ilişkilerimin temel kuralı burda da geçerliydi: Gidecekti. Bu yüzden o boşluğumun da öyle kalmasının bir mahzuru olmamalıydı. Kimseye ihtiyacım olmamalıydı benim, güçlü durmalıydım. Etrafımda olmalılardı; ama “yokluklarının” fazla önemi olmamalıydı. Üstünde fazla düşünmemeliydim, yaşıyordum; mutluydum. “Torunlarıma anlatabilecek” kadar eğleniyordum işte. O kadar.

Oyunu kurallarına göre oynamalıydım. Zannediyordum ki herkes böyle yaşıyor, herkes bu kurallara tabii bu dünyada. Artık saf saf, avare avare dolaştığımız günler bitmiş; güçlü durmak ve bir şeyleri kontrol edebilmek en önemli şey. İşin kötüsü, bu kuralları kendime ben koymuştum ve kendime baş kaldırmak aklımın ucundan bile geçmiyordu.

Aşksa aşk, ayrılıksa ayrılık... İstisnasız... Yarasız, iz kalmadan bedenimde... Yumuşak bir geçiş, yüzeyi bozmadan, hafifçe yansıyarak, kazımadan, yankılanmadan, zarar vermeden...

Kesinlikle istisnasız...

***

Yatakhanedeyken ailemden koptum diyebilirim; onların sorunları, hayatları beni ilgilendirmiyordu. Yakınlarında değildim nasıl olsa. Ablam üniversiteye geçti ben lise 2’yi bitirdiğimde, İzmir’de kazanmıştı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni. Avukat olacaktı yani ablam. Zaten ailemle tek iletişimim ablam üzerindendi, o da İzmir’e gidince annemden ve babamdan iyice uzaklaştım. Ablamla hala konuşuyordum tabi. Bir sevgilisi vardı orada: Orkun. Aslında korkuyordum birinin onu üzmesinden, aile bağlarım zayıftı evet; ama ablamı sahipleniyordum işte kendimce. Hâlâ ablama çok düşkünüm ben, abla başkadır.

İlk iki sene öğrendiklerimi anlattım az çok. Bir sürü dost ve düşman edinmiştim kendime. Okulun yarısı beni hayranlıkla, yarısı nefretle anabilirdi. Artık ilkel güdülerime yenik düşüp kavgaya girmiyordum üstelik. Düşmanlarımı alt etmenin başka yolları da vardı, biraz zeki olmak yetiyordu. İşte siz böyle yaptıkça onların yenilgileri ağırlaşıyor ve nefretleri artıyordu. Yine de bence insanın düşmanlarının olması güzel bir şey; er ya da geç olacak çünkü onlarla başa çıkmayı ne kadar erken öğrenirseniz o kadar iyi. Şunu da unutmamak lazım. Eğer herkesin sizi sevdiğini düşünüyorsanız aceleyle uzaklaşın oradan, kim bilir arkanızdan ne dolaplar dönüyor. İnsanın çevresinde her zaman onu sevmeyenler vardır ve size dost gibi gözüküyolarsa çok feci. Açık açık tespit edebilmek çok daha iyidir, onları yakınınızda bulmaktan bin kat daha iyidir.

Zekamı, insanlarla olan ilişkilerimde kullanmayı çoktan öğrenmiştim. Evet, lise buydu benim için. Zekamı kullanmayı öğreten ve birkaç da arkadaş kazandıran yer. İnsanları çözebiliyordum artık, “Kim neye geliyodu, niye geliyordu?” biliyordum. İhtiyaçlarını biliyordum, oynayacakları oyunlara kadar hepsini tahmin edebiliyordum. Kimin yanında, kimin karşısında olmam gerektiğini biliyordum.

Okulun basketbol takımında oynuyordum ayrıca. Klasik Amerikan filmlerinin popüler çocuklarından biri olmuştum sanırım ve burnum oldukça havadaydı, hatta daha argo ve bizim deyimimizle götüm biraz kalkıktı.

- Koç Lisesi’yle mi final maçı Arda?

- Evet Dilan, hatta bir sınıfı da getirecekler bizimle destekçi olarak. Koça baskı yapıyorum bizim sınıfı götürsün diye.

- Evet, evet destekleriz sizi.

- Maç çıkışı da zaferi kutlarız.

- Ooo eminsin yani.

- E heralde, geçen sene şampiyon olduk; bu sene de öyle olacak. Mezun olana kadar fire vermem, dörtte dört şart.

- Metin gel, gel. Arda gelecek üç senenin garantisini verdi şampiyonluk için biraz önce.

- Lan Arda! Ne adamsın, hangi okul dört sene üst üste şampiyon olmuş?

- Ohoooo böyle taraftar olmaz olsun, güvenin biraz bana.

Ertesi gün o maçı kazanıp şampiyon olduk ve ertesi sene de. Son sene koç beni takımdan kovdu, bir takımda oynadığımı hatırlayana kadar da geri almayacağını söyledi. Böylece finale çıkardığım takımımın final maçında oynayamadım, zaten yenildiler. Bu benim için zafer olmuştu tabi, oynasam dörtte dört kesindi.

1 yorum:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails